8 Eylül 1972

MEVLÂNA’yım ben!

1 Küçükten büyük güç çıkardık, gocunmayan kulunda yolun tadını bulduk. Küçükten-büyükten maksat; yerini belleyen, kumunu eleyenle, gazelde döküme uyandır

2 Gözlerde nur olmasa, ‘Görüntüde aksaklık vardır.’ denir. Gözün nuru demek odur. Bedeni verelim, ney misali. Her gözde nuru aydınlatalım. Gözden girdik, ‘Cümleyi gören O’dur.’ diye aydınlattık. Eğer ‘Gören gözüm SEN’sin.’ dersen, NUR’unu aydınlatmış olursun. Gören gözün, elbet O’dur. Bedenin açık penceresidir. Kapama ki görebilesin. ‘Neyle kapayım, nasıl açayım?’ dersen; nefsin kapar, mantığın açar.

3 Duyan kulak senin mi? Elbet O’nundur. Kulağını yâdı ile aç ki; yıkansın, aymayı duymakta bulsun.

4 Dilde yutak var mıdır? Dilin kökü ya. Sözün de yutaktan geçsin, dile öyle dökülsün. Akla geleni dile vermek, ya gönül kırar ya kafa.

5 Oynamadığın oyunda, dizini vurmazsın. Kuzuya ot versen, yavrudur dersen; ana seni bilir, senin ardından gelir. Nereye götürsen, oraya gider. Okşarsan baş verir, vurursan tos gösterir. Gayret ele gelmişse, dile düşmesin. Nasipte görülen, sofraya uzanan ellerdir. Eller ne senden, ne benden; YÜCE’nin “OL.” dediğindendir. Ne var ki sofrana nasip kılınmış ise; sevabına yazıldığından, heybene doldurduğundandır. AŞKI’na düşmüşsen, sevabından dilerim. Her ne yol ile olursa olsun; dilerse soframa versin, dilerse şiltemi alsın, şiltesi olmayana versin. Demedim ‘Açıkta kalana şiltemi vereyim, yorganımı sarayım.’ VERDİREN, O olduğuna göre; ben değil, VEREN O’dur. Açıkta kalan kulunu SARAN O’dur. Bende sadece AŞKI vardır. AŞK ile oldum, AŞK ile buldum; yaprak iken gazele döndüm, yeşilden sarıyı buldum.

6 Yayıkta el durur mu, suyunu döken bulur mu, yol arayan kalır mı, odunu yakmazsan kömür olur mu, kömür rengine bakıp da sevilir mi? Amma kömürü yak da görelim, AŞK’ı ondan öğrenelim. Onun da odunu yakabilirsin, kömürde aşkı bulabilirsin. Samanı yaksan, alevine baksan; arkana döndükte, külünü bulamazsın, ne oldu bilemezsin. Bırak SARAN görsün, SARAN çözsün.

7 Kuyu bağda ise, çevresini sular; bahçede ise, çehresini sular. Olukta akan su, gittiği kadar sular. Oluk bittikte, ordan döner. Halbuki akan suyun dönüşü olmaz, olamaz. Deryayı arar, oraya vardıkta katılır. Deryada kaybolur, çünkü o da deryadır.

8 Olumunu yumuşak gördüğümde; ‘YM.’ dedim, kahrını yersiz buldum. Nayman vurmayı denemez, yamaya lüzum görmez, Neden? Gafletini yendiğinden.

9 YUŞA ALEYHİSSELAM der ki: “Küçüğü büyüğe vurma, komşu kapısına sergini kurma. Küçük gaflet, büyük kaygudur. ‘Kaygu gafletten doğar.’ denirse yanlıştır. Kaygu; kulun mantığına uymayana isyanıdır. Gaflet, nefsi yanıltan duygudur. Onun için birbirine vurma. Gaflet küçük dedim, unutulmasın; küçük büyümeye namzettir. Kaygu büyüktür dedim, elbet her an için olabilir. Büyüme istidadı olmaz.”

10 Ayağında pabucu yok ise, senden mi? Giydi ise, gene senden mi? Sadece, heybende olan hal; yolundandır, ALLAH’ımın kuluna LÜTFU’ndandır. Sana KAPISI’nı açmış, “BU GÖNÜLDEN GEÇ.” demiş. Sevincin sonsuz olsun; gönlün teferruata değil, ÖZ’e dönsün. Kırılan yok. Gücünü dile, ‘ALLAH’ım SEN’in kulunum.’ de. Kulluk; her yaratılana nasip olsa; dünyanın değeri kalmazdı, kul dünyayı terazi bilmezdi.

11 Yeğ mi açalım, hoş mu geçelim; geldik, dünya terazidir bilelim. Dünyaya gönderilişin sebebini merak ettiniz. RUHLAR’ın ayrımını terazisiz ayırdıkta, ADALETİ’nden şüphe edilirdi. Onun için, dünyada ERMİŞ kullarına; cefayı çok verir, onu öyle dürür. Vaktaki cümlesi BİR olanda, kıyameti bulanda, her kattan ses gelende, ALLAH’ım der ki; “BEN SİZE SİZİ VERDİM, SİZE BENİ BİLDİRDİM, DÜNYADA SIFATIMI GÖSTERDİM. ZATIMI ARASAYDIN, SEN DE GELİRDİN, ‘SIFATIN YETER ZATIN SENİN OLSUN’ DEMEZDİN. ZATIMI DİLEYEN, SIFATIMDA KAHRINI ZEVK EDENDİR.” 

12 Ölçüyü alanın şikayeti kalır mı, çalışmayan talebe ‘Öğretmenim not ver.’ diyebilir mi? YÜCE’nin KÜRSÜSÜ de öyledir. Ve RUH’un tekamülü diye avunan, ‘Tekrar-tekrar dünyaya gelip, nasıl olsa bulacağım.’ diyen; gafletin girdabına girmiş olur. Bilirsiniz girdap, denizin kuyularıdır. Çıkışı olmayan kuyu. Dünyaya geliş birdir, çünkü yaratan YÜCE’dir. O kulunu bilir, kuluna KENDİ’ni bildirir. 

13 Aynayı yüzüne, ayan beyan tuttum. Yememiş olanın hazmetmesi düşünülemez. Dünyanın vergisi neden olmasın, kul dilerse neden bulmasın? Kayıp da kazanç da mevcuttur. Kazanç olmayacak ise, PEYGAMBERLER gelmezdi, EVLİYALAR demezdi.

14 MUSA HAZRETLERİ der ki: “ ‘Firavun günahkar.’ denildi, dünya ölçüsüne vuruldu. Gafletini gördük, ‘Uyan dedik.’ Nefsini yenemedi, ne var ki, sevabı günahından ağır geldi. YÜCE’nin EMRİ, kurtuluşu son nefeste buldurdu.”

15 Unutmayın, HAZRETİ ASİYE’nin eşi, MUSA’nın babalığı idi. HAZRETİ ASİYE’yi hoşnut ederdi.

16 Ne safiden, ne sofudan kaygumuz yoktur. YÜCE’nin ADINA geldik, O’nun DEDİĞİ’ni verdik. Korkuyu değil, kayguyu silelim. Kayguyu silen, korkuda durmaz.

ALLAH’ıma emanet olunuz. 

ALLAH’a ısmarladık.

LÂİLÂHE İLLALLAH MUHAMMEDÜR RESULULLAH

yad: uyanıklık, hatır, gönül, anma, hatırda tutma,
istidat: yetenek.
vaktaki:
ne vakit ki, o zaman ki, olduğu vakit
safi: katışıksız, temiz,