22 Aralık 1972 MEVLÂNA’yım ben! 1 Gözle görmesen de, sesle duymasan da gönülden EYVALLAH. Kundağı dürdük, her konuyu derdik, cümlenin önüne serdik. Alandan almayandan, bilenden bilmeyenden, ALLAH’ım RAZI olsun. 2 Sepette aramadık, ‘Sebep nedir?’ demedik. Her olayda O’nu bulduk, her geleni
O’ndan bildik. Bilenden sorarsan, bildiğini söyleyeceği nedir? Bilmeyenin
sorduğudur. Bildiğimi görmedim, ‘Ne bilirim?’ demedim. Verildiği
kadar aldım, öteye bakmadım, geriye dönmedim. Anda hali bildim, orda nokta
koydum. Yaprağı saymazsan, güzele doymazsan, her söze uymazsan; yolunu
alandansın. Çevreyi dolaşırız, her kulu ile halleşiriz, ‘Hani beden?’
derseniz, maddeden uzak kalırız. Beden bedeni bilmez, beden olayı silmez. Bilen
de RUH’tur, silen de. Bedendeki hatayı ararsan, gönlünü tara. 3 Beyde ne aradın, ağada ne buldun, şahtan ne sordun? Ne sorguya yer verdim, ne yargıya. Sorgu da O’ndan, yargı da. Geldim gördüm, sevdim vardım. Geride kalanı, dünya kumu diye kardım. Olmasını diledi isen; ‘ALLAH’ım verir.’ de, ‘ALLAH’ım görür.’ de. Sadece O’ndan bekle ki, bulasın. 4 Camiyi yapanın mı, yoksa onaranın mı gücü daha çok geçer? Camiyi yapanın,
yapıya gönlü yattığı için gücü daha az düşer. Dendiği, gönülden
geçtiği gibidir. Sözümüz açık. Yazımızı alanın, sohbete verenin düşüncesine uyar. Manayı açanın,
huyu ile seçenin yardımındayız. Camiyi kul gönlü diye vermedim, ameli diye
verdim. 5 Meyhaneye girene, ‘AŞK şarabı içeyim.’ diyene uyarsan; onun duyduğunu duyabilir misin? Elbet duyamazsın. Çünkü meyhaneye giren, meyden alanın gönlüne girene, yoldaş olamazsın. Arkadaşlığın sadece eldeki bardaktır. ‘Deryada kaybolayım.’ diyen, kainatı gönlüne doldurmayı bilendir. Kainatı sevmeden, deryada kaybolamazsın. ‘Deryada kaybolmak nedir?’ diyene, derya ile hemhal olmak. Deryaya girenin, maddeden sıyrılanın; manaya gönül açtığı an, kaybolduğu andır. Yaratılan her kul, o deryadan bir zerre değil midir? Rahmeti ile düşen her damla yağmur, deryada kaybolmaz mı? Deryaya giren yağmur tanesini, ayırabilir misin? Ne var ki toprağa düşen yağmur tanesi de, toprağa can verir. Toprak madde, derya mana. Her gelen O’ndandır, şüpheniz olmasın. Her YARATTIĞI. Gönlünüz mahzun kalmasın. VERDİĞİ’ni sana verir, senden beklemeden. Sevmesini bil ki, O’nu göresin. Vermesini bil ki, O’nu bulasın. Verdiğin O’ndandır, aldığın senindir. O’na verdiğini dahi, O’ndan alırsın. 6 Beni benden ayır, beni benden sıyır. ‘Ben.’ demeden O’nu gör, beni-seni O’nda kar. O’nun VERGİSİ’nde, kainata sergisinde; ne varsa senin içindir. Demeyin kulunu ayırır, sevdiği kulunu kayırır. O’nun kayırdığı yoktur. O’nu sadece, seven görür. Kapını açmazsan, havayı alır mısın, güneşi görür müsün? Karanlıkta oturur, sadece karanlığı görürsün, karanlığı bilirsin. Hata kimdedir? ‘Güneş yok, hava yok.’ dersen; hatanı düzeltmeye, pencereni kapını açmaya bak ki; O’nu göresin. Güneşin vergisi, kainatın sargısıdır. Güneş de yaratıldı. Yaratılan her varlık YARATAN’ındır. Yaratılmayan sadece ALLAH’ımdır. Gölde balık avlayan mahduttur, deryada balık avlayan neden çoktur? Balığın asıl vatanı deryadır dendi. 7 “Yemeniyi giyeyim, yolunuza varayım, tozu dumana katayım.” dedi, YUNUS’um geldi: “Köy meydanına kazanı kuralım, kepçeyi ele alalım, her dileğe sunalım. Korkunuz olmasın, ‘Biter.’ denilmesin. Kaynayan kazanın bereketi O’ndandır. Gelelim sohbetimize. 8 ‘Girdikte meraya, saydık kuzularını.’ dendi. Onbir’de kalsın, ötesi sayılmasın. Sayan ile görenin, çobana azık verenin yoldaşı olduk. Saymadığımız kuzulara, otu ayırmadık. Ayıranın olduğunu görmedik. ‘Niye saydın?’ diyene; onbir’i öne aldım, onlara öğüt verdim. ‘Davarı sarın.’ dedim, onları kuşak yaptım. ‘Açılsın açıldıkça, kuşağı genişledikçe.’ dersem, sözü sona bağlamış olmam. Çünkü hiçbir olayın, ne başı ne de sonu vardır. Birinin bittiği yerde, öbürü başlar. O’nun VERGİSİ’ne uyan, GÖRGÜSÜ’nde kalan her EVLİYA’nın vazifesine düşen. Her bir EVLİYA, onbir öğretmen yetiştirir. ‘Hoca.’ diyene, ‘Yanlıştır.’ derim. Hoca, hatmeder; öğretmen, öğretir. Yemeniyi silkelim, cümlenize EYVALLAH diyelim. Kalbimiz AŞK ile dolsun. 9 Kuyuya inmedik, suyundan almadık, başında kalmadık. Gölgeyi arayan, güneşten yanandır. Yanalım ki, gölgesine sığınalım; dönelim ki, kendimizden geçelim. Beni benden sormayın, beni benden duymayın. ‘Ne demek?’ dersen, ben beni söyleyemem, ikiye girerim. 10 O’na vardım, O’nun ile BİR oldum. BİR olan gönüllerle bağlantı
kurdum. Olay sadece budur. Sen-ben değil, sohbetimiz O’dur. O’nda ben, O’nda
sen, O’nda cümlemiz. Cümlemiz O’nda BİR’iz, cümlemiz O’nda gülüz. GÜLÜ’nün
renginde, AŞKI’nın ahenginde; buluştuk, kavuştuk. Bedenin vergisi
O’ndandır, dünyanın sevgisi O’ndandır. Madem öyle, O’nu da sevelim dünyada, O’na
bedende değerini verelim. O’na varmak için, bedeni hırpalamak gerekmez. Mademki
bedenin de O’ndandır, O’nun VERGİSİ’ndendir. 11 Gözüm gördü ise, O’nun GÖZÜ’dür. Elim tuttu ise, O’nun ELİ’dir; aklım yetti ise, O’nun AKLI’dır. Benim olan yoktur. ‘Zavallıyız.’ dendi. Neden zavallı olalım? Madem ki O’nun SIFATLARI’na malikiz, mutluyuz-kutluyuz. Çünkü O’nun kuluyuz. ‘Hatalarımız?’ derseniz, O’na sığınırız. Sığındıkta hatalardan uzak kalırız. Hata da kulun, ALLAH’ımdan af dilemek de. 12 Gecenin örtüsü gündür, yolumuz uzundur. Sohbetin getirdiği, kulun götürdüğüdür. Cümleye ‘EYVALLAH.’
diyelim, ALLAH’ıma emanet edelim.” ALLAH’a ısmarladık. LÂİLÂHE İLLALLAH MUHAMMEDÜR RESULULLAH
|