
(Resim
verilir)
“PİR SULTAN ABDAL derler adıma. Verenin
vergisidir, tadanın görgüsü. Görenin saygısıdır,
uyduğu sevgisi. Arı balda, kuş dalda.
Kendim. Çadır dersen kapısı, ABDAL da eşiğidir.
Eşikte durdu, dumanı arkaya aldı. Dumansız köye baktı. Neler gördü neler.
Ağaçtaki meyveler, çiçekteki hayvanlar, hep neyi
tekrarlar. ‘Aşığım sana, seni VEREN’e.’ derler, döner
dururlar.”

YM.
dedik, sözü ABDAL’a verdik. “Derdi derde katarsan,
top edip atarsan; elinde pası kalır. Has olan, yükünden kurtulandır. Has olan
şeklini koruyandır. ‘Şekil nasıl korunur?’ dendi.
Dünyadan göçse bile, adına katılmaz hile. YUNUS denilir anılır, öyle şekle bağlanır, dünya hali
söylenir. Adımı söylediler, ölümüme ağladılar,
dizlerini dağladılar, ABDAL’ı şekil ile andılar. Selam
sizlere, aldık bizlere.”

"Doğudan batıya gelir, yaprak ile dalı bir görür." dedi, PİR
SULTAN ABDAL söze girdi. "Hangi dalı tutayım, nerde öğüt atayım, akan suya bakayım, gidenden nasip
sorayım dediysem, ABDAL diye anıldım, şikayet ettiğim gün yanıldım.
Ne derlerse desinler, bal ile kaymak yesinler, beni sorguya alsınlar, dilerse
dâra çeksinler, asılandan sorsunlar, şikayetim olamaz, ABDAL hata bulamaz,
bulana gönül koyamaz." dedi dostumuz yürüdü.

“Destan yazalım,
seveni saralım,
her geçene soralım,
delide
bildiğini
VELİ’de görelim.” dedi
PİR SULTAN ABDAL
geldi:
“Dizi-dizi dursalar,
her geleni sarsalar,
sizi bize sorsalar;
gördüğüm gibi derim,
sevdiğime söz sayarım.
‘Sen-ben.’
deyip ayırma.
Yerim cümleye açık olmasa da,
gönlüm kainata açıktır.
‘Türbe?’ denilir sorulur,
‘Yerin?’
diye aranır
. Onu dedim;
türbeyi değil beni ansınlar,
gerçekte
duyana uysunlar.
‘Doluyum.’ dediği yerde, elimi bilsin elde.
EYVALLAH. ‘Oruç namaz’ denildi, ‘Kılmam? ‘diye soruldu.
Kılandan
kılmayandan ALLAH’ım RAZI olsun. Yoğurt misali mayayı alsın. Güzellik
alışta elbet.
‘Gelişe uyduran mı,
YOLU’nu bildiren mi?’
denilir.
Unutulmasın, meyve erdikte ele gelir.
‘Yere düşen?’
denildi.
Yere düşen, yeni ağaca namzettir.
Çok ile azı
dert etme, ‘Madde manayı siler.’ deme.
Manayı izledik te,
gönlünü
besledik te; mana maddeyi siler,
kulunun yüzü öylece güler.
VEREN’in sereni olalım.
Serdiğimize aklımızı takmayalım.
Ser, yürü; gelecek sergiye kendini hazırla. Alacaksın, mana ile dolacaksın.
Geçenin oluşturduğu, olayların eleştirdiği,
dost-düşmanı
birleştirdiği günde;
kendini bulacaksın. ‘Ne demek?’ dendi.
Ayrıya
düşülmeyen gün demek.
Dost isen düşmanı
bilmezsin.
Başına taş gelse düşman olmazsın.
Söylediğim
odur. Yerden gelen,
YÜCE’nin VERDİĞİ’dir. Geçici olan,
ekin
misali biçilendir,
biçildikten sonra dahi
türlü hale
düşülendir.
Un oluşu, kulun bilişine denktir.
‘Sabah
doğuşa,
akşam batışa.’ dersiniz,
dönüşten
dem vurmazsınız.
Gece ile gün döner, birbirini dener.
Olaylar
öyledir. Geldik bileceğiz, bildiğimiz gün olacağız.
‘Bilmezsem?’
denmesin,
bilmeyen kalmaz.
Dengeyi bilmeden kurmaz.”

“Darı ektim gelene,
türkü dedim gülene,
gölge verdim
sorana.” dedi,
PİR SULTAN ABDAL geldi:
“ ‘Darıları ekelim mi,
püskülünü alalım mı,
yiyene koçan
verelim mi?’
dedim, güldüler,
kayadan sesimi saydılar.
Sayıdan
maksat, derdine aşayan,
seyrini
döşeyene saygı duydular. ‘Dağ yüce aşamadım, yaylada taşa
vuramadım, ‘Cevizi kırayım.’ dedim vuramadım.’ dersen, elbet gülerler.
Koca
yaylada
taş bulamazsan, ‘Cevizi yiyeyim’ diye kıramazsan; hata ne
kurdun ne kuşun,
kendin düşün taşın. ‘Kar olsa eriyecek,
yol
bulsa ovaya inecek.’ dediler, ABDAL’ı uzak gördüler.
Uzakta güzeli gördüm,
kar
ile balı kardım. Sevdim seveni,
kökten vereni.
Cümlenize selam.”
dedi, ABDAL yürüdü.

"Güzel gün geceyedir, güzel söz heceyedir, kulun dumanı bacayadır." dedi,
PİR SULTAN geldi: "GÜL'den sevgili, topraktan övgülü olalım, veren ile seveni bilelim." dedi.

"Kapı açtım
girene, ayna verdim görene, toprak versek sürene." dedi, PİR SULTAN
ABDAL geldi: "Dağda diken aradım, ayakta düzeni buldum. Ne çıkandan şikayetçi
oldum, ne elini çekeni kınadım. 'Olaydın elde, gülerdin sözde, deseydin sazda;
derdini anarlardı, sana yolunu sunarlardı.' dediler. Ne gördüğüme
baktılar, ne duyduğumdan aldılar, ne beni bildiler, ne güzele uydular.
ALLAH'ım uydursun, güzeli buldursun." dedi, sohbette olanları selamladı. "El vereyim gelene, sır vereyim sorana, ses vereyim durana desem; gönüller
BİR'de kalır elbet, cümle BİR olur." dedi yürüdü.

ABDAL sözü aldı, 'Soylu.' denilene güldü-güldü: "Yaya gider, soya
güder, aydan güneşi sorar. Soran elbet bulur. Soylu misali, kaygusuz
kalır. Gerçek onda mı, bende mi? Gerçek, arayandadır. Çünkü arayan bulur. Yerde
taş olsa, ayağı ile değil, eli ile kenara çeker. Taşta dahi
incitmeyi öngörmez, sergide hatayı bulmak istemez. Verdiğimiz elde HAKK'ın
ELİ vardır. Duran yorumdan uzak kalandır." dedi, yürüdü.

" 'Ayağım yerde, gönlüm sende.' dediler, adımı ABDAL'a saydılar. Kahır bende
olmadı, kaygu bedene dolmadı. Yoğun yayan yürüdüm, ağaca kuşak
bağladım. Ne derlerse desinler, ABDAL'ı seyirde görsünler."

Kaşık aldım çorbaya, erzak koydum torbaya, gönül verdim, emek yaydım
cümleye." dedi, PİR SULTAN ABDAL sözü aldı: "Sayıya vuramadım, saç uzun taramadım, güzeli yiyip çürüğü kimseye
veremedim. Ağaç buldum yayıldım, suyum içtim ayıldım, dileyenle bir oldum.
Olalım bilelim, el ele verelim." dedi yürüdü.

PİR
SULTAN ABDAL sözü aldı: "Sütü içtim, ayağım yere koydum.
Doyduğum sandım, AŞKI'nı her gün açtım. Yoldan geçtim, seherde sözünü
biçtim. Ham sözü felekten, ham meyveyi daldan bekledim." dedi, ABDAL
yürüdü.

"Sert kayadan aşarsam, su olup yüksekten taşarsam, değerini
bilenin gözündeyim." dedi, PİR SULTAN söze girdi: "Korkuya el vermeden, sargıya diz bükmeden, doğana uydum. Şahini
tepede gördüm, 'Yanına varsam, katına girsem.' dedim. Gülenle güldüm, sabrına
yol verdim. Çağırana söz gerek, anlayana ÖZ gerek, elbet verdiği yürek. Aldım
verdim, yardım diye koştum. Dediğime şaştım. Yaptığım
yardım değil koz idi, her halim söz idi. Yardım demediğim gün, söz
ile girmediğim yön; kendimi bulduğum, ÖZ'üme döndüğüm an oldu.
Eğer 'Yardım' deyip girdi isek yanılırız, sadece var olanı var olanla
paylaşırız. Yardım, alışverişten sayılır. 'Madde vereyim, mana
alayım.' diye yardıma koşarsan, kendini avutmuş olursun.
'Aldığımı, gördüğümü paylaşalım.' diyelim,
alışverişe asla düşmeyelim." dedi, PİR SULTAN
selamladı.

"Hayra alsam gördüğümü, yolda bilsem erdiğimi." dedi, PİR
SULTAN ABDAL söze girdi: "Beni benden bildin mi? Beni benden sordun mu? Beni benden aldın mı?
Bilmediğimi veremem, verdiğimden ölçü alamam, benden beni ayıramam.
Benden alacağın, sende bulacağındır." dedi, cümlenizi selamladı.

"Davarın
olduğu yerde, çobanın sözü geçerlidir. Davarı bildi isek,
değişen düzenden sorguya düşmezdik." dedi, PİR SULTAN
ABDAL sözü aldı: "Yol
üstüne yol örülmez, dağdan dağa ip gerilmez, sirke ile helva
karılmaz. Her olay, yerindedir. 'Yağım var, unum yok.' dersen; gelen
günü bekle, üzümü erdikte topla, olumsuz dediğin, gönülden sildiğin
her olayı katla. Sevgi düzeni
oldurur, sevgi kuluna buldurur, sevgi kayguyu kaldırır. Ne makas, ne bıçak
gereklidir kesmeye; ne de bilinmeyen vardırır susmaya. Dağdan aşan gelir, sudan içen bilir, saygı her kulu sevdirir.
Salâh'iyet kulunun gönlündedir." dedi, ABDAL yürüdü.
"Gemiyi alsan ele, sözünü versen dile; gerçeği diyeceksin, sohbete bal
misali gireceksin." dedi, PİR SULTAN ABDAL sözü aldı: "Geldik gülene, verdik sorana, 'Nerden geldin, nerden buldun, nerde durdun?'
diyene sözüm; gün gibi geldim, güneş gibi verdim, gece gibi kayboldum, ne
var ki gönüllerle kalb oldum. Derdest olduk bilenle, AŞK'ı ile dolanla;
kainat açık, 'YARATAN BİR.' diyenle, demde günü seçenle. 'Günün
seçileni denildi, ayrıya nasıl düşüldü?' denir. Konu, YARATAN'ın;
'Yazmaktan daha çok, yaymakla görevlendirdiği kullarından olunuz.'
Dediği gündür, seçilen gün. Yeminden uzak kaldığımız, sadece O'na
yöneldiğimiz, 'O'ndan geldi.' diye her varolanı sevdiğimiz gün;
seçilen gündür. 'Demden murat nedir?' denilir. Anda cümlemiz beraber, cümleniz gibi.
BİR'liğe geldik, BİR'liği bulduk, öyle ise yemin gerekmez. Bilenin bildiği, VEREN'dendir. Sohbetimiz açıktır, yapıya göre
değil, kapıya göredir."

"Dost diyelim, selamını iletelim." dedi, PİR SULTAN ABDAL sözü aldı: "Dost ile yolu yürüdük, her ırmaktan suyu aldık, yol uzadı biz kaldık; 'Derdest
olalım, dostlara el verelim.' dedik, cümle ile hemhal olduk. Kandan
aldığını sorsan, candan verdiğini bilsen; yeni dostlar ararsın, her
çiçeği sorarsın. Kement attığımız attan beklediğimiz, koşudur. Demet aldık
bilenden, yolu sorduk görenden. Geldik gidelim, cümleyi selamlıyalım." dedi, PİR SULTAN yürüdü.
“Arpayı ekelim mi,
buğdayı
çekelim mi,
darıyı yoluna dökelim mi? dedi.”
PİR SULTAN ABDAL söze
girdi: “Yerden gökten aldığımız,
seve seve
sunduğumuz,
'Bir var, bir yok.' diye
dünyaya güldüğümüz bilinir.
Bilindiği kadar, fikirler arınır.” dedi,
PİR SULTAN ABDAL yürüdü.
“AŞK’ı dilde
öğrendik,
gönülden öğrettik.”
dedi, PİR SULTAN ABDAL
sözü aldı: “Soğuk sıcak
bilinir,
ağlayana gülen gösterilir.
Tok olan, aç ile
korkutulur.
Yerini bildi isen, kadere neden bahane ararsın?”
dedi,
ABDAL yürüdü.
"Şarkı desem sayım yok, gönül verdim
sözüm yok, kimsenin yolunda gözüm yok." dedi, PİR SULTAN ABDAL sözü
aldı: "Sazı bilene verdim, sözü
diyenden aldım, geceyi gündüze çevirdim. Dost elini buldum, dost diye geldim.
Selam olsun, kaygı silinsin. Her gecenin sabahına gülünsün."

"Dağdan aşamam dedim, düzde
yaşamam sandım. Dağı da aştım, düzde yaşadığıma
şaştım." dedi, PİR SULTAN ABDAL sözü aldı: "Gölge beni bırakmasa, su bildiğine
akmasa; duranı gören olur, sorana bilen verir. Duman dağdan aşar mı,
bilen yolu şaşar mı, taşlı yolda koşar mı? Elden yoldan
bilenin, her olaya gülenin yanında gönüllü vardır."

"Akan suyun sesine, gönül verdim
nesine?" dedi, PİR SULTAN ABDAL sözü aldı: "Altı yolda aradım, her bir yolu
taradım, aradıkça eridim, yolun sonunu gördüm. Gördüğüm bende kaldı, altı
yol birbirini buldu. (Altı yoldan murat nedir DEDE’ciğim?) Derman dileyen, her
bulduğundan ferman isteyen yollara düşer. Her bilirim diyeni
deşer, bilmediğine şaşar, şaştığı yerde
başka yola koşar." dedi, PİR SULTAN ABDAL yürüdü.

"Gözüm yerde olmadı, sözüm derdi vermedi, kimse olanı görmedi." dedi,
PİR SULTAN ABDAL söze sazı ile girdi: "Çaldım sazı el ile, verdim sözü dil ile. 'Her halinde, gül diye aldım.' diyen
gelsin mi; 'Verdim.' diyen bulsun mu; güzel, gelen olsun mu?' dediler, benden
sefer sordular. Kaynak düzde görülür, yoğurt sütten bilinir, veren-alan
sevilir." dedi, PİR SULTAN yürüdü.

"Dağdan akan sularda, gelen
bütün yollarda, PİR SULTAN sözü alır, oğula düzen verir."

"Dökülen
yaprağı saydım, gördüğüm olaylara doydum." dedi, PİR SULTAN
ABDAL sözü aldı: "HAK
KAPISI kapanmaz, HAK ADI'na gelene; HAK KAPISI kapanmaz, 'YAZAN BİR'dir.'
diyene; HAK KAPISI kapanmaz, 'O'ndan geldim, O'na döneceğim.' diyene.
'Kapı açık girelim, cennet neymiş görelim, dünya verdi yiyelim.' diyene de
ki: Dünya her yaratılanın, sahibi O'dur. 'Geldim, gördüm, kulluğumu
bildim.' dersen, dünyan cennettir. Yoğurt
yedim ekşimeden, sütü aldım taşırmadan, bir kuldan öbür kulu
aşırmadan." dedi, PİR SULTAN ABDAL yürüdü.
'Aşamam.' dediği gün, ABDAL'a güldüler. Gördüler ki, bilenler ölmeden
öldüler. Bağış senden olaydı, ABDAL yolda kalaydı, kim bilir, kim
görürdü, yoluna kim yürürdü? Yaydan çıkan ok misali, vardığını kim
görürdü? "ABDAL
adım anılır, 'Yuyan.' diye söylenir, el ele ile bağlanır, gönül
AŞK'la dağlanır. Kör kuyu veresiye, sesini alasıya, 'Yuğdum
geldim.' diyenin, sözünü kırasıya. Gel gelincik tarlasına, gör örümcek
ağını, sev üzümün bağını, sev gözümün dağını. 'Alsam.' dedim
sözünü, 'Destan.' desem özünü, kim anar kim yanardı, kim görmeden kanardı?
Gördüm, bildim, geldim, döndüm." dedi, ABDAL yürüdü.

"Dağda karı gördün mü, yünü hırka ördün mü?" dedi, ABDAL sözü aldı: "Ocak buldum odun yok, odun alsan yerin yok. Odunu alalım hep bir olalım, ocak
başı diyelim bir ocakta ısınalım. Bir ateş, birine de yeter binine
de. Birliği bilmekte, birliğe uymakta, birlikte selameti bulmakta;
kulun zahmeti değil, HAKK'ın RAHMETİ vardır. (DEDE’ciğim, bu son yazdıklarınız, diğer guruplarla ilgili mi?)
Cümle için verilir. Sözün geldiği değil, günün verdiğine
hizmettir." dedi, ABDAL bildiğine cümlenizi çağırdı. "Uyan
uymayan var olsun, varlığında kendini bulsun." dedi, yürüdü.
“ ‘Şarkı türkü…’ diyene, adımı söyleyene,
‘Derman sözde.’ diyene, (Bu
yazdıklarınız r hanıma mı DEDE’ciğim?) selam ile gelirim, ‘ABDAL’
diye anılırım. Destek HAK’tan oluşur, gönüllerde buluşur, güç öylece
birleşir. Eylemin güzeline, GÜL’den gelendir derim, halden
verendir derim, sevgi dolandır derim. Güzel söyler, güzel beklerim. Elbet her
sözüme HAKK’ın ADI’nı eklerim. Eylem, sevgi eylemi olmalı, her kulu sevgide
oluşmalı. Ne var ki, aynı kanalda buluşmalı. Konuk yerini sorar,
yerde dengini arar. Aradığı dengidir, ‘Güzel…’ denen rengidir.” Demde selama durduk, soruyu divana
ulaştırdık. 'Destek olunuz sevmeyi deneyiniz. Sevilmeyen itilir,
sevilmeyen atılır. ‘HAK yarattı.’ deyiniz, O’nun AŞKI’na seviniz.
Seviniz ki oluşsun.’ denildi. Cümlenize sevgileri sunuldu.

"Çifte
ata gem vurdum, çifte
kuşa yem verdim. Saydım buğday tanesi, nerde dostun hanesi?" dedi,
ABDAL yoldan bekledi. "Kapı-kapı aradım, sırma saçı taradım. Gidene
el salladım, geleni gözden ÖZ'den kolladım. Yerden toprak alaydım, boş
tarafa koyaydım; örtü yerde kalırdı, çiçek benim olurdu." dedi, ABDAL
yürüdü.

“Köşke kapı olaydım,
yoldan öyle
geleydim, ‘Elim öpen.’ diyeydim; ‘Fistan sana uymazdı.’ denilir. Köşkün
yapısına,
kul olsam kapısına;
elden GÜL’den alanın, her nefeste
bulanın, DOST’una selam verenin
yardımındasın denilirdi.”
dedi
ABDAL, söze köşk kapısından girdi:
“ ‘Ahır dolu at ile,
göl dolu yat ile.’
diyene de ki; ‘Attan yolun alırsın,
gölde duran yattan ne
bulursun?’
Güzeli aklım aldı,
çirkini gönlüm sildi; ak ile karayı,
aynı kazanda kardı.
Selam DOST ile ‘Dost.’ diyene,
selam her kulunu
Dost bilene.”
dedi ABDAL yürüdü.
"Katık alsam yola düşsem,
dilediğim kuşu tutsam, adını bilsem bilmesem, karda izini sürsem,
gelen var mı diye baksam, yolum kalır mı?" dedi, dergah yoluna duran,
sorduğuna kendi cevap veren, aradığı her yerde gördüğü her
kulda, 'Şerden uzaksın.' diyen, bağımsız gönlünü, bağımlı
kulluğu ile özleştiren PİR SULTAN ABDAL; ağaca ayak attı,
gölgesinde yattı, gönlünde niyet tuttu."YA ALLAH! YA ALLAH! YA
ALLAH!" diye diye kendinden geçti, sözünü öylece seçti. "Dost
aşı, düşman taşını silker." dedi, yürüdü.

"Yol bizde, söz sizde
olsun." dedi, PİR SULTAN ABDAL sözü aldı: "Ata dizgin vuralım, dengi düzde
alalım, 'Gel.' diyeni bulalım, 'Dost.' diyenle kalalım. Aşın tadı
olaydı, sohbet bizde kalaydı; 'Az, uz, düz.' derdik, kaleden kaleye uzardık,
toprağı ağaç dikelim diye kazardık. Alanı bilendeniz, kalanı
görendeniz, cümleyi sevendeniz." dedi, ABDAL yürüdü.

"At ile düştüm yola,
'Uyalım.' dedim hale, hırkayı astım dala. Yel esti sel bastı, bilen bilmiyen
koştu. Doyum ne dağda ne bağda bilmezsen, doyum bir dalda bir
GÜL'de görürsen. Soyun doğduğun halde, suyun aradığın yolda. Güç
gelmez bağlanırsan, güç gelmez hallenirsen. DOST halini bilsene, neler
gördü sorsana, her kapıda dursana, ağlayana gülene, yoklukta 'Var.' diyene
elini uzatsana." dedi, PİR SULTAN ABDAL sözü aldı: " 'PİR.' dediler, güldüler;
sultanlığı, halime verdiler; 'Abdal' diye tozumu vurdular, beni ben ile
kardılar. Karınca kararınca, bir araya gelince, vara yoğa gülünce; 'El ver
dilinde kalsın, gül ver bahçende olsun, söz ver gönlünü doldursun.' dediler,
YEMEN'den mektup saldılar. YEMEN şahit istemez, destan vereni sormaz, kem
sözünü hiç almaz. Elbet gelen HAK'tandır, ben söylersem HALK'tandır. Dün geldim
diyesiye gülenin dostu oldum, sözümü ölesiye cümleye verdim." dedi, ABDAL
yürüdü.

"Karşı karşıya gelsem,
gölden aldığım balığı versem, bilenden yerini sorsam; şikayeti
olmazdı, benden sırrı almazdı." dedi, sözü KAYGUSUZ'a verdi:

"Düz ova vergilenmez, düz ağaç sargılanmaz, sözü bilen sorgulanmaz." dedi, PİR SULTAN ABDAL söze
girdi: " 'HAY.' dediysek, düzene değil sezene. Söz dediysek, YAZAN'a, kusur
bulmadık dizene. Düzene ayak atanlar, ayağı pula satanlar, her gölgeyi
'Kaygu' diye sezenler, uzak kaldı, niyete uyanı bilmeden gezenler, 'Olur
olmaz.' diye yozanlar; adımızı saraydan attılar, sözümüzü bilmeyene kattılar.
Bilen bilir gözleriz, gören bulur izleriz, cümlenize söyleriz. MERYEM nerden
aldıysa 'Yeri nerde?.' dediyse, ABDAL da onu söyler. Ağaç köklü
değilse, kökü saklı değilse, bulana el veririz." dedi, ABDAL
yürüdü

"Erimezse dağın karı, toprak bilmeyecek yarı." dedi, PİR SULTAN
ABDAL söze girdi: "RAHMET senden ALLAH'ım, 'Zahmettir.' diyemeyiz. Karlar erimese bile
güneşi bekleyeceğiz, gelmeyi diledik dönmeye İZİN
isteyeceğiz, DOST bildik cümleyi kayguyu sileceğiz. ALLAH'ıma niyaza
durduk, 'AMİN.' diyelim. Tatlı aşa tatlı söz ile katılalım.
Ayağımız HAKK'a yürür, yolumuz HAKK'a götürür." dedi, PİR SULTAN
ABDAL selamladı, yürüdü.

"Fistan giydim yamalı, tozu
yerden almalı. Bildiğince kalmalı, sevdiğince dolmalı." dedi,
PİR SULTAN ABDAL söze girdi: "Doyuyorsam SEN'dendir,
doluyorsam yöndendir, bildi isem gönlüme aldığımdan, cümleyi
sevdiğimden. Gerçek bilinir, yanıltmaz. Destek değişene güç
vermez. 'Kavak.' dedi, YUNUS misal verdi. Dikine destek olur, doğruyu
öylece görür." dedi, ABDAL yürüdü.

Dört
ER’den soru geldi, ‘Görevimiz nedir?’ dendi. DOST KAPISI YUVA’mız,
DOST
yapısı havamız, DOST’un EMRİ halimiz. Her yuvanın dört duvarı vardır.
Dört
duvarda dört köşe vardır. ‘Güç katalım’ denilir, cümleye selam edilir.
“MEYDAN sizlere açıktır, gelene söz verilir” dedi, PİR SULTAN ABDAL
söze
girdi: “MEYDAN’a ER olan gelir. MEYDAN’da ER olan kalır. MEYDAN’a geldik, ‘EYVALLAH.’
dedik. (Benim düşündüğüme de
mi ‘EYVALLAH’ dedeciğim?) Evet. Kazanlar kurulur, DOST
aşı karılır, her dileyenle paylaşılır. Sen ben silinsin artık.
Yetmeyen paylaşılsın artık. DOST dediysek; postta değil her yerde her
yönde DOST arayalım. Gördüğümüz, en güzeli olur. Soruya PİR SULTAN
cevap verir.” dedi, yürüdü.

“Dolu bardak
verdiler, ‘Ayran içsen?’ dediler. Aldım, ‘EYVALLAH.’ dedim, VEREN’in
VERDİREN’in niyazına durdum” dedi, PİR SULTAN ABDAL sözü aldı: “İçen, içeni bilir, seven SEVGİLİ’yi bulur. Sevgi, sevdikçe
yayılır, sayıya düşen, gün gelir ayılır. Altın gümüş demeden, tatlı
ekşi yemeden, aldım somun elime, baktım cümle kuluna. Dedim, ‘Ne yerine,
ne gerine. Kim ne yerse yiyeceğim, kim ne verse giyeceğim, cümle ile
birlikte olacağım, BİR’de kalacağım.’ Aydın gün öyle olur,
sayfada yerini öyle bulur’ dedi, ABDAL sözü MERYEM’e verdi:
“Fidan diktim bahçeye, fistan koydum bohçaya. Bohça fidanı besledi, evreni
süsledi. Bohçaya koyduğum sandığı doldurdu, gün geçtikçe kulunu
güldürdü. Ak yazı yolu bekler, koyun kuzu ovayı süsler. Aldık geldik güzele”
dedi, PİR SULTAN söylediği güne döndü. “Her fidan sana bana verir,
DOST yolunu gösterir. Açık kapının kuluyuz” dedi, yürüdü.
“Halk ile BİR olduysan, halkta sefa bulduysan, sen seni aramadan görürsün,
özlediğini bulursun. Halka sözün vermezsen, halkta ÖZ’ün görmezsen; ‘Sen,
ben.’ diye ağlarsın, başına kara bağlarsın” dedi, PİR
SULTAN ABDAL söze girdi: “Gedik gördük az diye, gelmeyenler yaz diye; bilen bilmiyen söz diye, cümlemiz
biliriz ÖZ diye. Kucak açtık öksüze, el çevirdik haksıza, diz büktük sayı
gördük, DOST ile söz bağladık. ‘HAK bizimle, HAK sizinle, cümlemiz ÖZÜN’le
ALLAH’ım.’ dedik,, bilene bilmeyene el salladık, selam verdik” dedi, PİR
SULTAN ABDAL yürüdü.
“Su içtim
kana-kana, AŞKA düştüm yana-yana, O'nu buldum döne-döne. Ak koyun
kara koyun, oynanmaz halka oyun" dedi, PİR SULTAN ABDAL söze geldi: “Ben aldım
HAK'tan bildim, sen aldın halktan sandın. Değişen nedir? Aynayı tutan
değil tutturanın maksududur. 'Kapı açık geleceksin, gönül açık güleceksin'
dedi, MEVLANA müjdeledi. (Yuvanın
sahibine, a) Konuk olma sahibisin gönül yapının. Kumun yerden
çoğaldığı özgü günde yayıldığı bilinir, adımında her tane
sayılır. Zaman dursa ak ile kara silinir. Gölgeyi bilmezsen, rüyalar bölünür.
RESULÜ'ne varsam, halime dursam, HAK ile BİR'liği bulsam; ne tane ne
hane görgümü silmez. Onun için her adımına selam ile giresin. (a’ya mı?) EYVALLAH.
'Kapımı kapatma ALLAH'ım.' diyesin. Elbet gönül kapını. Gönül kapısı açık
olanın hane kapısı kapanmaz. ÖZ'de bulduğun, sözde verdiğindir. Her
kulun sözü, ÖZ'ünden çekirdektir; muhakkak diktiğini bulur, meyvesini günü
geldiğinde alır. ER
olsun gür bulsun, görevini gittiği yerde de bilsin. ( Ne gibi?) Daha önce verdik."

"Aydın günde NUR görenin, gönülde sevgisini dürenin selamını aldık." dedi,
PİR SULTAN ABDAL söze girdi: "Her zerre kuluna,
kulluğu için; her zerre kulunda, yolluğu için; zerreler BİR
oldukta kulu kendini buldukta, cümle ile BİR'liği için."dedi,
PİR SULTAN ABDAL yürüdü.
|