

(Resim verilir: HAMZA DOST) Yenilmeye değil, denenmeye alışır. Yenilmek, meydan
savaşına mahsus değildir. Fikir savaşı da kulun yeteneğine
bağlıdır. Yazılan-çizilen, sohbette anılan cümlesine, ALLAH’ım RAHMETİ’ni
yağdırsın. Gelen, resmini verenin yerine, cümlenizi nasip kılsın dendi.
Kimliği soruldu. Günde değil. RESULÜ’ne hizmette kusursuz
kalmış, gönlünü o’na, olduğu gibi yatırmış. Adını diyelim, HAMZA
okuyalım. Genç geldi, genç oldu, genç göçtü. Hizmeti, RESULÜ’nün
gençliğine aitti. ‘Nasıl?’ denir. YUNUS’um der ki: “Olanı bilmek, her
kişiye nasiptir; olmadan uymak, er kişiye nasiptir.” Olmadan uymak, kulun bildiği manada.
Olduğu nasıl bilinir? Duyulduğundan, kerameti görüldüğünden.
HAMZA’nın uyduğu, RESULÜ’nün duyulmadığından öncedir. Devesine uyar,
yüküne el atar. Yardımcısı. Bilinmeyenden. Allah’ıma emanet olunuz. ALLAH’a ısmarladık. Zorda
kalışta, HAMZA’yı anınız. O’nu idrak edenlerden. Ne var ki, sadece kendi
bildiğinden. Görmüş, bilmiş, uymuş; uyumadan beklemiş.

“Varlığın varlığım ile
dost, aldığın bildiğin ile dost, geldim HAMZA DOST.” dedi selamladı.

"Ulaşılamayan, yolunda
olunmayandır." dedi, dostumuz geldi. "Dost oldum
anılayım, dilendiğim yerde bulunayım." dedi HAMZA DOST sözü aldı: "Kat alan, kat bulan katrede murada erendir. Dost alan, dost bulan,
dost ile hemhal olan kutluluğa erendir, damla-damla verendir,
toprağını sürendir. Ekebilen gelsin, ne dilerse eksin, suyunu bol döksün,
nasibi gür olsun." dedi, dost elini, dost dilin cümleniz ile paylaştı.
ALLAH'ım cümleden RAZI olsun.

“ ‘Dost, dost.’ diyesiniz,
dostu her kuldur
bilesiniz.
Değeri gönlündedir, ömründe değil;
değeri
serindedir, cebinde değil. ‘Olmuyor.’ denilse de,
bilmeyen yerilse
de;
bilenin bilmeyenden farkı
sadece aldığıdır.
Verdiği
yok ise,
aldığı yerde kaldığıdır.
Bilenin
bildiği,
verdiği ile ölçüdedir.
Sevenin
sevdiği;
ölçüye girmez, doğuştan ölüşe
ayrısı
kalmaz.
Dört yönde bilgisi olsa,
bildiği kadar
verse;
kendinden asla eksilen olmaz.
ALLAH'ım VEREN’dendir, cümleyi
GÖREN’dendir.” dedi,
HAMZA DOST yürüdü.
(Resim verilir: HAMZA
DOST)
Denenmiş dediğimiz,
gönülden
verdiğimiz,
RESULÜ’nü ilk bilen,
HAMZA DOST,
eşi
HATICE.
Resimlerini verdiler,
“Selam olsun.” dediler.

"Yayan
giden, at ile varandan geri kalmaz. Dost geldi ise, demette sorgu olmaz. YA
ALLAH" dedi, HAMZA DOST sözü aldı: "Yastık versen yiğite, gölge desen söğüte; yerini bilen verir, her
kayguyu ALLAH'ım görür. Gezdik döndük diyelim, postu dost yuvalarında açık
tutalım." dedi, HAMZA DOST selamladı.
“Tepsi aldık
boş değil,
gönül sardık sarhoş değil.”
dedi,
HAMZA DOST
sözü aldı: “Yerde gölge
olaydı,
kumda izi kalaydı,
dördü dörde böleydi; sorguya yer
kalmazdı.
Duvarın örgüsüne, sevenin görgüsüne söz etmeyelim.
Bal
misali aldık,
gül misali verdik.
Yerimizde duman
aramayalım .
Her var olan;
varlığı kadar
değil,
sadece bildiği kadar verir.”
dedi, HAMZA DOST
yürüdü.

"Demet yaptım gelene, çiçek sundum bilene. Açık
gelsin, yapı görsün dediler, adım HAMZA diye andılar. HAMZA DOST."

"Dar gelirse temelin, çok açıktır emelin. Küçük
büyük ayırmaz, duman yerini vermez, gedik seni tutmaz. Geldik toprağı
bulduk, toprakta çamur gördük." dedi, HAMZA DOST sözü aldı: " 'Aşım azdı.' diyene: 'Dostun çoğunu
bulasın, yediğin ekmeğini paylaşasın' dedim. 'Azdan
vereceğim olur mu, verirsem kendime kalır mı?' dedi, yürüdü, yolunu diken
bürüdü. Dostuna el vereydi, Dost koluna gireydi; dikene takılmazdı, aşı
taşı bölüşürdü, lokmasını paylaşırdı. Ne var ki, dikenleri
beraberce atarlar, öteye öylece geçerlerdi. 'Sözün özü nedir?' denildi,
'Gördüğün her dostun, dostluğu var mı?' diye soruldu: Sen 'Dost'
dersen, onu da Dost bulursun, yerini öylece doldurursun." dedi, HAMZA DOST
dostluğun üç öğüdünü verdi: "Sözünü dostça ver, her Dosta güven göster,
dilediğini paylaş. EYVALLAH diyelim, soruyu açıklayalım. (Hangi soruyu DEDE’ciğim?) Denilir ki:
'Evimi dilerse, onu da paylaşayım mı?' Unutma; Dost, verilemeyeceği
istemez. İsterse Dost olmaz. Cümlenize selam olsun, YEMEN'den
getirdiğimiz Selam cümlenizi bulsun."

"Pay aldım doğuşu bilene verdim, gül
gördüm kıymetin bilene övdüm, koşuya yol alana cümleye selam
ilettim." dedi, HAMZA DOST selamladı.

"Elden
ele alışır, hep el için çalışır, güzel günde buluşur." dedi, HAMZA DOST sözü aldı: " 'Umduk gönül verenden, umduk yolu sorandan.'
diyene sözüm: Ummak ALLAH'ımı bilmektir, ummak 'Verecek.' diye inanmaktır. Ayağını sıkan
pabuç senin değildir. Hemen sahibini ara bul. Benden geleni bana
değil, sana gelene ver. Göğüsten geçerli olan, yavruya hayat veren,
gölgeyi vermesin." dedi, HAMZA DOST selamladı.
"Gölge benden
gelmesin, nasibini silmesin, her sayfayı okusun, ömrü öyle dokusun." dedi,
HAMZA DOST cümlenizi selamladı:
“Yaprak da dizi-dizi, sohbetle
aldım sözü. Bir elde zeytin dalı, bir elde tuttum sazı. Elbet diledim yazı.
Güneş ısıtan olur, ateşini yansıtan olur.” dedi, DOST HAMZA sözü
aldı: “Dalgın gelen eli alsın, güzel
seven GÜLÜ görsün, kainatta her zerreyi sevsin. Taş taşı eziverir,
güzel söz dizi verir, HAK ELİ’ni dileyen adını yazıverir. Güzden kışa
gelenler, kıştan bahara geçenler, yaz çabuk gelecektir, ‘ALLAH.’ diyen
gülecektir. Genişlik dileyen elinde yün dolayan.” dedi, HAMZA DOST yürüdü.

"Döndüğüm yönden, bildiğim kandan değildir. Kan
saydırana değil, huy bildirene yol verilir. Candan geldik, 'Sen ben.'
dedik bölündük, dünya diye bilir bilmez salındık. Bilelim bulalım, 'Olalım
gelelim.' dedik, Selamı'nı getirdik. 'Nerden? Kimden?' denilir. RESULÜ'nden.
Cümle kullarına iletilir. DOST elinden dost dilinden verdik." dedi, HAMZA
DOST sözü aldı: "Katıyı bilmesen, yumuşağı görmezsin. Dünyaya
geldiğin, bilmeden kaldığın elbet olmaz. Güneşten kimse nasipsiz
kalmaz. GÜL'den Selamı'nı alanlar, GÜL'den yolunu bilenler, her GÜL'de, adını
verenden değil, çiçeğini derenden bilirler. 'Her GÜL?' denilir,
GÜL'den maksat sorulur. GÜL'den GÜL'e cümle PEYGAMBERLER anılır. 'RESULÜ tek
fidan.' denilir: Cümlemiz o'nun çiçekleriyiz. Konuk gelenden ALLAH'ım RAZI olsun. DOST ona elini versin. Daha önce
dedik. Gelecek, verdiğimizi alacak. Niyazı güne geldi, yarına
varacak." dedi, HAMZA DOST yürüdü. (Dede'ciğim PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.S.) 'in Sözü,
'Döndüğüm' den mi başlıyor?) YM

" 'Dayandığım yoldadır, güvendiğim
sendedir ALLAH'ım.' diyelim, verilmeyene asla talip olmıyalım. Ayrı sözü
gelmez, yerini gelene soramaz." dedi, YEMEN'den HAMZA selam getirdi: "Sadık kaldık sözümüze, sahip çıktık ÖZ'ümüze,
'Salim.' dedik gözümüze. NUR perdesi açıldı, NUR hattına geçildi. Gölge niye
soruldu? Kalın olsa açılmaz, zorlu gelse seçilmez, gelen olmasa bilgi saçılmaz.
'Gelen nereye?' dendi:
HAMZA DOST der ki: “Kemik bedene
ağaç olsa,
dalını kırma. Konuk gelse, sözden
dese;
güleceği bilinir,
aldığına sevinir.”
dedi
HAMZA DOST selamını iletti.

"AŞK ağı örülürken, AŞK bağı
görülürken; cümlemiz bir haldeyiz, cümlemiz bir yoldayız. Cümle ile elden ele
alışırız, kainatı öylece dolaşırız." dedi, cümlenizi selamladı.
"AHMET YESEVİ'den alan, gönlünü kaygudan silene selam olsun." dedi, cümlenize selamını iletti.

"Demde geniş yorum var, gölge diye sorun var.
Yerde gölge ağaçtandır. Gün gelişende genişler. Verilen gölge
ağaçtan olandır, kaygudan değil." dedi, HAMZA DOST
“Eğlediğin her halde, buldurduğun her yolda,
sevdirdiğin her kulda doğruya götürdün beni ALLAH’ım deyiniz, niyaza
öylece durunuz” dedi, HAMZA DOST selamını getirdi: “Ağır taşı ele alsan, kumunu yerde bulsan,
vereceği değil göreceği düşünürsün; aynayı ele alsan,
kendinde olanı görürsün. Meyveyi alacağın, ağacın verdiği
olduğunu düşündün mü? Duyana ses, doyana nefes gereklidir.
Doğana duymak, yaşayana doymak yeterli midir? Alacağım nasibim
diyelim, dost kafesine dost sözü verelim. ‘Kafes nedir?’ dendi. Beden.
‘Ağaca aşı verdim, ayrı dalda ayrı meyve aldım’ diyene deki:
‘Aşıdan geçeni, kökten geleni alırsın; dalında bulduğunu gövdesinden
sorarsın.’ ‘Gidenin yolunda, bilenin halinde, duyanın dilinde olayım’ dersen;
gidene ayak, bilene dayak, duyana kulak olasın. ‘Almaya çalıştım
alamadım, sözün ÖZ’ünü bulamadım’ diyene sözüm: Kapını açarsan ehline, sözünü
çevirirsen gönlüne, sözün ÖZ’ünü alırsın, kendinde en güzeli görürsün.
Düşte geleni bilsen, soydan vereni duysan, her kapıyı yoklardın bir
çiçeği koklardın. Gül menekçe demeden, acı tatlı yemeden sözü söze
bağlama, sözle sözü eğleme. Selam olsun cümlenize” dedi, HAMZA DOST
yürüdü.
“Dağ eteği bizde mi, ağaç doruğu sözde mi yerini
bulur? Alacağım vereceğim, her çobanda göreceğim” dedi, HAMZA
DOST söze girdi: “Selama baş bükenler, gidene yaş dökenler,
alsınlar versinler niyaz ile ansınlar. Selam ile geldik söze, güzeli dünyada
verdik size. Konuk yerini alsın, olduğu gibi bilsin. Saygıya yerimiz çok,
sevgiye gönlümüz açık” dedi, HAMZA DOST yürüdü.

“Bağladım atları, ben söyledim atlıyı. Ağacı
gölgesinde, yaprağı bilgesinde buldum. Evet, her görevli önce kendini
deneyecek, halinde olanı gösterecek” dedi, HAMZA DOST söze girdi: “ ‘Alanlar sözü aldı, her kulu yardımcısını bildi’ diyene sözüm. El
aldığın HAMZA’dır. (f.s
can sorar: ‘Benim mi?’) Evet. RESULÜ’nün amcası. ‘Kuşak
bağlarsak bele, gireceğiz biz yola’ diyenlere de ki: Yolumuz açık
oldu gönlümüz kadar, yol ehline katıldı yönümüz kadar. Mutluluk cümlemizin
olsun, her kulu ER’liğe soyunsun. Konuk gelene sözüm. (Kime dedeciğim?)
ER’lik yola bağlı kalmaktır. ER’liğe soyunmak, nefsinde olan her yükü
almamacasına atmaktır. (Nefis
ile mücadele mi?) Mücadelenin ötesinde. Kendini silip ‘HAK vardır, ben
değil. HAK bilir, sen değil. HAK görür, yalan değil.’ dedi,
HAMZA DOST yürüdü.

"Gölde balık avlayan, çölde deve göçüren yolunu bulur." dedi,
HAMZA DOST söze geldi: "El altına somun ver, ağaç altına kilim ser. Meyvesini
alacaksın, yaprağını bileceksin. Unutulmasın, ağacı doğayı güzel
gösteren yapraktır. Rengi ahengi ile meyveye verdiği gücü ile görevini
sessiz yapar. Dökülüşte dahi köküne hizmettedir. Köküne hizmet, RABB'ine
hizmettir. Kökten maksat, 'Sen ben.' değil, 'Sana bana.' dır, kaderini
YAZAN'adır. Gönülden geldim size, dedim 'Yoğun çalışanlar, gerçekte
buluşanlar, elbet riyayı atar, hakikatte güzeli seçer.'" dedi, HAMZA
DOST yürüdü.

“Atlara gem vuranlar, yolda yönü soranlar; ‘Aldık verdik.’ diyecekler,
ERENLER’den bilecekler. DOST olduk, dostluk ile oluştuk, ‘Söz.’ diyenle
konuştuk. Ona de ki: ‘Her gelen, elbet aynı dilden verir. Çünkü YAZAN’ın
SAHİFESİ’ni görür.’ Kaynayan su ocakta, oynayan çocuk kucakta
kalmaz.” dedi, HAMZA DOST yürüdü. Elbet su kaynadı ise, ocaktan iner.
“YA ALLAH.” dedi, HAMZA DOST sözü aldı: “Gerçeğin sözü her kulun ÖZ’ündedir. Geldim selama.
Sormayı asla denemedim, yediğim hurmanın çekirdeğini ayağım ile
ezmedim. ÖZ’e söze gayrıya dönüşmeyen kapıya her diz çökenle beraber
oldum, ‘Gel.’ diyenin yanında kaldım. OMAR der ki: “DOST ham sözü keser, düşman olgun
söze küser, yol her gelene susar, yolcu adım-adım varacağa basar. Hancı
bekleyendir, hancı uğurlayandır, hancı ağırlayandır. Ne hansız ne
hancısız yoldan yolu bulamazsın. (Hancılar YEMEN’dekiler
mi?) Duraklama.” ‘YA ALLAH.’ dedik ağaçtan söz ettik.” dedi, HAMZA
DOST el ile elden, söz ile Gül’den verdiğini söyledi, selamladı yürüdü. (s’nin ULU’su mu?) EYVALLAH.

“ ‘Ayran’ diyerek geldi, YUNUS sözünü öyle verdi. Gözden ayrı kalmayalım,
sözde eğri bulmayalım, yola çıktık durmayalım.” dedi, HAMZA DOST
getirdiği selamını cümlenize iletti.
“Her dal alır getirir, ‘YAR’ diyenler bitirir” dedi, HAMZA DOST söze
geldi: “Adım-adım gelişene, HAK ADI’na buluşana
selamımız olsun. Satır-satır okunsun, duman artık dağılsın, her kulu
verilene eğilsin. ‘Duvar boyumca olsun, zahmet etmeden kul görsün’
dersiniz. Duvar kiminde dar, kiminde geniştir, kimi boyunca, kimi daha
yüksektir. Zulüm değil RAHMET’tir. ‘Yağdan elimi çekmem, baldan dilimi bükmem’ dersen
YAZAN’ın YAZDIĞI’nı inkar etmiş olursun” dedi, HAMZA DOST her
çağrıya geldiğini, kulu ile bir olduğunu söyledi, selamladı
yürüdü.
‘Ak Deve’ dize geldi, HAMZA DOST
söze girdi, her kulu
gönülden sardı: “Selam ile geldim, her zerreyi AŞK ile sergide buldum,
ZİKRİNE her ağacın yaprağı ile katıldım.” dedi, açan
gülden, geçen kuldan ALLAH’ım RAHMETİ’ni esirgemesin diye niyaza vardı.
“Cümlemiz duralım anda, helvayı karalım günde. Her kulunu saralım, her
zerremize
soralım: Aldık mı? Dolduk mu? Gördüğümüze uyduk mu? ‘Uyalım ALLAH’ım,
kapılara geldik, girelim ALLAH’ım. Seherde yaprağa selam verelim, her
yapraktan SELAMI’nı alalım ALLAH’ım.’ Düze geldi zerreler, söze geldi zirveler. Konu açık
verildi, korku cümlede silindi. CAN ile oluştum, CANAN ile buluştum.
Cümleye yol açtım, cümleye kol açtım; sanılmasın kul seçtim. Gönüller
Birliğe erdikte, BİR’liği cümle ile kurdukta, ayrı yoktur. ‘Bardakta
su olaydım, kuluna hizmette kalaydım, deryayı kulu ile bulaydım.’ diyen, suyun
hizmetine ortak olmaya çalışan her EVLİYA, deryayı kendinden uzak
bilmez; ne var ki, hizmetten kalmayı asla dilemez.” dedi, HAMZA DOST ER ile
erliğe giyinen, körden hizmetini esirgemeyen kullara yardımcı
olacağını söyledi, yürüdü.
“ ‘Yoğurt yesem ekşi mi, balı bulsam tatlı mı?’
denmesin. Alışana lokma-lokma verilsin” dedi, HAMZA selamı ile geldi: “Söz burda, ÖZ NUR’da, olsun ayağım karda. Az ile çoğu bildiren
HAK’tır, ‘HAKK’a uydum.’ diyenin yüreği paktır. DOST KAPISI’na postu
serdik, ipi ağaçtan ağaca gerdik; ‘ALLAH’ım.’ dedik, yükün altına
girdik. Gücüne inandık, HAKK’a dayandık, elbet götüreceğiz; güç gelen ile
geç kalanı birbirine ekleyip bekleyeceğiz. Yolu aştım, toprağı deştim; çukur kazdım
düştüm. Gördüm ki, ne iz kaldı ne diz. Dayandı isem O’na, buldu isem
O’ndan. Gerçek sendedir, bendedir, O’ndandır; gerçek, bilende bilmeyende, her
yaratılanda; gerçek, gözde, sözde ÖZ’de dir. ‘Ne geldim neyi buldum, nerde oldum?’ demeden; yapıya
kapı, kapıya kul. Kuldan aldım, kulda buldum; gördüm ki, ben beni bulmak için
ne yapıyı, ne kapıyı, ne de kula kulluğu beklemezdim, döne-döne emeği
eklemezdim. Kulluk, O’ndan O’na; kulluk, O’nun ile O’na. Gördüm bildiğim
kadar, sevdim olduğum kadar, buldum uyduğum kadar” dedi, HAMZA
yürüdü. (HAMZA DOST mu?) EYVALLAH.
HAMZA DOST.
“Komşu; gelene gidene değil, DOST ADI’nı bilenedir. Selam olsun”
dedi, HAMZA DOST dağarcığına nasibini verdi. Niyaza duruldu, üç HAMZA’dan soruldu: Olay düzendendir, kalem YAZAN’dan;
komşu değil, gelen kayıttandır. Seyirde niyaz ile yerini alan; ayazda
üşümez, kapalı denilen kapıda asla beklemez. (Bir can ekler: ‘TANRI yazdıysa, soğuk da olsa,
sıcak da olsa, zarar görmez.) EYVALLAH. MEYDAN DOST ADI’na kuruldu, DOST ile hayır helvası karıldı, sayfa gelene
açıldı. (Bir can ekler:
‘Konuk değil kalıcı.’) EYVALLAH.
“ ‘Benden söze bağlamaz.’ diyene; YEMEN’den alıp
geldik, gönülde olanı gelip bulduk, yaprağı yeşil diye söyledik.
Kapı-kapı gezdiğin, gönülde bilmeden ezdiğin kayguyu silesin, dün
geçti olaydan ayrı kalasın.” dedi, HAMZA DOST yapıya taşı koydu. “Dağlar taşlar aşılacak, görülene şaşılacak, düzde
oluşan ile buluşacak. Er olsa geç gelse, kayguya düşme; ‘Ne
oldu? Ne verdi?’ diye deşme. Her olayda düzen yerini bulur, alan bilir
veren kalır.” dedi, HAMZA DOST selamladı yürüdü.
“YA ALLAH.” dedi, HAMZA DOST selam ile söze girdi: “Aydın kulları ile aydınlatacağız; ‘Kapalı.’ denilen kapılarda
birlikte olup, açılana göz atacağız. ‘Kendinden değil.’ denilen
günde, her kulu kendinden vereceği ışığı görecek. Daha önce
verdik: ‘Tecelliler olacak her kulu görecek. Bilen noktada duracak, bilmeyen
eşyaya bahane bulacak.’ Gözlediğin ÖZ, beklediğin söz, gerçeğin
yapısını asla vermez, amma gösterir. Yapısından maksat, oluşumun
bileşimidir. Sen sadece gölgesini bilebilirsin. ÇAKIR’a. Devran, öylesi
gerçeğin dostudur ki; seni beni içine alır, ayrıya düşeni gölgesinden
bilir. Aydın kulları ile beraberiz. günde olduğu gibi
gecede buluşulduğu halde.” dedi, HAMZA DOST getirdiği selamı
cümlenize iletti.
“Açtığın ocak, sana senden öteye; açtığın
kucak, HAKK’a bizden öteye” HAMZA DOST ile söyleştik, ‘Ne güzel hal.’ dedik
gülüştük. HAMZA DOST dedi ki: “Kuş ‘uçayım.’ der uçar, çünkü kanadı
vardır. Tazı ‘Kaçayım.’ der koşar, çünkü güçlü ayakları vardır. Kul, gizli
kalan ÖZ’ünü bulmak için her halini eğitirse, nefsini öğütürse,
öylece ÖZ’ünü bulur. Kul ne mutlu kuldur ki, hali ile cümleye verir.” “Ayaktan değil baştan bilirsin, kendinden kendine sorgu alırsın.
Aç gözünü, bul kozunu, öylece çal sazını. ALLAH’ımın her gününe talip ol,
günleri sayma. Geceler karanlık diye, gönlüne örtü yayma. İçinden geleni
HAK bil, hakikati öyle bul” dedi, HAMZA DOST karşımızda olanı selamladı.
‘Uymadı. duymadı.’ denilmesin. Konu kimde kaldı ise o gelir o verir. HAMZA DOST
gönlündeki bahçeyi görür. ALLAH’ıma emanet olunuz” dedi, HAMZA DOST sözü
MEVLÂNA’ya bağladı:

“HAMZA DOST’a soralım, adına helva karalım.” dedi, DOST ADI’na geldi
selamladı. “Seyrini bileceğiz, olanı göreceğiz, her sayfayı bir-bir
okuyacağız.” dedi, selamladı yürüdü.
“Güç olanı yenecek, gün geçtikte gelecek, yapıda kendini
bulacak.” dedi, HAMZA DOST selamladı
“Yaprakta renge uydum, toprakta denge gördüm. SAHİBİ’ne uydu
isen, yapıya uydu isen; olanda, gönülden ayrılma derim. Yolu yola
bağlayan, yağı kandile ekleyene. Bilgisi bölenden. Yol, yoluna
getirir, günde sorun denileni bitirir. Kapılar açık dedik, her sorana söyledik.
Baktığım dağlar, ektiğim bağlar, akan sular çağlar.
DOST güzeli bilir, DOST’a uyan bulur. Bölük-bölük gelenden, sayfa-sayfa
açılanı, her gelene kotardık. Aldım bildim diyenle, bildiğini soyanla,
dirliğe uyanla; günü güneşli, ocağı ateşli gördük. Konuk
gelse, konuyu bilse, açtığı kapıda O’nu görürdü, O’nun verdiğinde kar
misali erirdi. ÖZ’den ÖZ’e katılırız, taşı toprağı eler sahile
atılırız. Beklediğimiz nedir, kimdir, kimdendir? Beklediğimiz huzur,
YÜCE’nin EMRİ RESULÜ’ndendir. Her kulu kendinde olan ÖZ’e dönsün, ÖZ’de
kelebek misali çiçeğe konsun. Desin ki: ‘Bende O var, ben O’nun ileyim,
O’ndan gelen her zerrede bütünleşmeye talibim. Bütünleştiğim an,
kullukta galibim.’ Gerçek aranır gözde sözde; nerde bulunur, içimizdeki ÖZ’de.”
dedi, HAMZA DOST selamladı yürüdü.

DOST ile geldik söze, oturduk durduk dize, ‘Söyleyin…’ dedik size; ‘At ile
mi gidelim, ayak ile mi?.’ At ile gidersek, yabana; ayak ile gidersek, çobana
denk geliriz. Yabanda, senden olmayanı buluruz; çobanda, sende bulmayanı
görürüz. Ayrıya düştükçe, gayrıyı bulursun, kendin kendin ile olursun. At
ile gidersen, çoklukta çeşit ile mücadele edersin. Ayak ile gidersen,
sadece çobana uymaya çalışırsın. Amma, çoban kendi bilgisinden gayrısını
bilmediği için, sendekini göremez, benlik oluşur. Yol, mücadelesiz
olmaz. Anlarsınız amma, ‘Bilemem…’ diye yanılırsınız.” dedi, YUNUS’um DOST ile
güzelliğe güldü, güldü… (DOST
kimdir burada?) HAMZA DOST. “Elbet geldik söyleştik, dinlenende
bekleştik, bilmeyenle bekleştik; ‘Hep bilseler, bilen ile olsalar…’
dedik, YUNUS’um el aldı el verdi, masada konu gördü. El aldı, gönülden seni
sardı.” “YUNUS ile oluşan, HAMZA ile gelişen, gönülden aldığı
ile söyleşen, her satırda O’nun ADI’nı verenden ALLAH’ım RAZI olsun.”
dediler, YUNUS ile HAMZA selamlayıp yürüdüler.
“DOST ile geldik söze, HAK’tan diledik, dedik verecek bize. Sayacağız
güzeli öveceğiz, denilmesin bilmeyeni döveceğiz. Her söz ÖZ’edir
alana, yoğun geleni bilene. Ne sertlik ile övündük, ne yumuşak olduk
dövüldük, duyan ile BİR’liği kurduk.” dedi, HAMZA DOST selamladı
yürüdü.
“Her adımda aldığın, her sorunda bulduğun, sayarak
getirdiğin, soyarak götürdüğün; senindir, senden olandır.” dedi,
HAMZA DOST selamladı.
“ÖZ’de gözde O. Sözde sazda O. Kışta yazda O. Veren O. Alan O. Neyin
sahibi oluşurlar, hangi bedestende buluşurlar, kaç metre fistan
alışırlar?. Sadece selam alışsınlar, selam ile oluşsunlar,
AŞKI ile doluşsunlar. Silsinler gölgeyi, bulsunlar katkıyı. Desinler
ki: ‘O gündeyiz ki, RAHMETİ yağarken ÖZ’ü bulalım, ÖZ’ümüzde
kalalım.’ Selam O’ndadır, kim olursa olsun, O’nun ile BİR’liğedir.
Selam sözden değil, ÖZ’den olsun. Her kulu, karşısındakinin hatasını
silsin; desin ki: ‘Zerresindeki emre uyar, ola ki nefsi ile yanlış duyar…’
Geçicidir. Her kulu göçücüdür. (Öyle
ise, kulun katkısı da olur zerrelere?) O’ndan gelen O’na döner; bilen
bilmeyen O’na yanar. Cümlenize selam olsun.” Dedi, HAMZA DOST selamladı yürüdü.

“ ‘Öyle de olur, böyle de.’ diyene de ki: öyle,
bilendendir; böyle alandandır.’ Satırlarda ne değişen, ne de
eyleşen vardır. Dört günde saydığımız, gerçek günü verdiğimiz bilinsin,
çevrede en güzele uyulsun.” dedi, DOST HAMZA geldi: “Çağlayanlar bizimdir, çağlarsanız sizindir; ak kuzu kara kuzu,
bilene cümlenindir. DOST KAPISI açıktır, elbet bilip gelenedir, çağrıya
uyup dolananındır. Olduk dolduk her geleni DOST bildik, selam dedik cümlenize
güldük. Ağaca can verdi ise, kuluna kan verdi ise, yarına cümle güldü ise;
DOST KAPISI’nı bilenlerden gelendir.” dedi, HAMZA DOST selamladı
“YEMEN’den geldik söze, durmadık sorduk size.
Olacağız, düzlükte bulacağız. Cümlenizi aradık, gönülleri taradık,
sohbet topluca kuracağız. ‘Geldi. Gelmedi.’ denilmesin, YEMEN’den verilen
her söze nokta koyulsun. HACI BAYRAM’dan aldığınız selam ile, HOCA
BEKTAŞ’a verdiğiniz selam ayrı değildir. Değirmenden
verdiği buğdayı ayrı almazsın elbet, un olur sana öyle gelir.
‘Olandan mı? Bilenden mi?’ demeyin, her kelimenin bilginize anahtar
olduğunu düşünün. Boşuna yağmayan yağmur, boşuna
verilmeyen her satır; gün gelir tarlada yeşeren bitki gibi, bilgin de
yeşeren düzenli algıyı gösterir. Çalışmak değil, alışmak ve
oluşmak gereklidir. Biliyorum diyen her kulu, sadece kendisini sınasın.
‘Bilgi kimden?’ denilir; daha önce dedik, YEMEN’den. Teraziye koyduğun her
bilgide, ağırlığı olana çevir. Yerden göğe dolsan, yapıya kapı
kalsan, gine alacaklısın. Olumsuzluğu sildik, her olayda güzeli bulduk.”
dedi, HAMZA DOST söze geldi: “ ‘Kuşlar gibi olamam, ince dala konamam.’ denirse
de; ‘Yoğun alıştığın, kendin ile buluştuğun günde,
ince dala bile gerek yok.’ dediğimi unutma. Dal ne kadar ince olursa
olsun, maddedir. Maddeyi geçti isek, manayı seçti isek; ne dal gereklidir, ne
gövde; kulu en güzel çağda… Verimine yardımdayız.” dedi, HAMZA DOST
yürüdü.

“Bastığın her adımda O’nun ile oluştun, O’nun AŞKI ile
buluştun, seyre geldin, sevgidir diye konuştun. O günde
gördüğüne gelen günde katılacaksın, görevinde bildiğine değil
bilmediğine atılacaksın. Alan, sözü sazı bilir, kışı geçti yazı
bulur. Her gönülde yası sildi sevgi ile saray kurdu, gerçeğe öyle girdi.
DOST HAMZA sayfayı verir, RESULÜ ile bulduğuna, yemin ile erdiğine
HAMZA DOST şahittir. Danıştık YAZAN’a, gönüllerde gezene. Dediler ki:
‘Görev zorlu da olsa başarır, her zorun mükafatı büyüktür. Asla
şüpheye düşülmesin. ‘Görülür ki görev zorludur, kolaylayıcı çoktur,
görüntü kula zor gelir. Çevreden değil devredendir görevin, yerden gelmez.
Çevre, yakın görüntüdür; devre, noktadan noktaya…” dedi, HAMZA DOST her an
yanında olduğunu bildirdi. “Sen, ‘Ne kolaymış?..’ diyeceksin, her
anında ermiş meyve yiyeceksin.” dedi, selamladı yürüdü (Resim
verilir: HAMZA DOST) ‘Selam.’ dedi, HAMZA DOST resmini verdi.

“Aykırı gelse de sözünüz, dünyaya verdik ÖZ’ünüz. Yaylaya geldi isek,
otağı kurdu isek; gelenler bilenler, yoldan haber soranlar; çağrıda
bulacaklar, el ele olacaklar.” dedi, HAMZA DOST selama sizleri çağırdı.
“Ezmedim ezilmedim, süzmedim süzülmedim, DOST KAPISI’na
geldim, DOST YOLU’na duranı buldum.” dedi, HAMZA DOST söze selam ile geldi: “Az verdi ise söz etme, çok verdi ise göz atma, ne derse
desin saz etme. Gün güzel, gönül güzel, GÜL dalında olur gazel. Varsın yerde
kendini bulsun, kendinden kendine sorsun. Senin ile oluşmazsa yürüsün
dönsün, güzel kapıda kalsın. Açılan ocağı düşün, yerden göğe
niyaz ile taşın-taşın. Ay ile oluştuğun, Güneş ile
buluştuğun günde, alış veriş gönüldedir.” dedi, HAMZA DOST
selamladı yürüdü.
“DOST KAPISI’nda buluştuk, nede güzel halleştik.” dedi, HAMZA
DOST selam ile geldi: “Üç çiçeği severim; GÜL’ü, menekşeyi,
papatyayı… GÜL, yaratılmışlığın gururunu; menekşe, güzellikte
tevazuu; papatya, arınmışlığı paklığı… Her çiçeği severim,
renginden kokusundan. Yeşil renkte, VEREN’in VARLIĞA simgesi görülür.
‘Ne demek?’ dendi: CEBRAİL ALEYHİSSELAM, yeşilden oluşur,
yeşil ile buluşur; yani, kula yeşil renk ile hitap eder.
Yeşil renk, kainatı kuluna kitap eder. Açılsa perdeler, görülse nerdeler;
her yaprakta yazılanı okurdunuz, sesi alıp bilginizde dokurdunuz. Geldiğin
günden bildiğin güne kadar, yeşilde bulduğunu unutma.
Satır-satır yazacaksın, sevgisinde bulup sevmeyene kızacaksın. Kaygu etme.
Seven sevmeyeni bulursa, sevgisinin yüceliğini görür; sevmesini bilmiyen
de, bir gün gelir öğrenir.” dedi, HAMZA DOST yakından gelecek olanı
yorumsuz verdi, selamladı yürüdü.
“Gönül gönüle açılır, HAK YOLU’na öyle geçilir. Erliğe talib isen,
kulluğundan seçilir.” dedi, HAMZA DOST söze geldi: “Var olduk ‘SEN’den.’ dedik, kor olduk kulluğa
döndük. Göze gelecek sandık, ‘Ne aldık, ne bulduk?’ diye hayıflandık. Bir
yolda, bir kumda el ele verdik. Gün gün oynadık, RESULÜ ile gönülden kaynadık,
her sözünden HAK KELAMI olduğunu anladık. Selam olsun o’ndan sizlere,
selam olsun sizden o’na. Yaprak yerde çiçek serde, ne kırda ne korda, gönlü her
an YAR’da.” dedi, HAMZA DOST selamını cümlenize iletti.
“Altın tas alacağım, bilene şerbeti
sunacağım; her noktada arayana soracağım, ‘Senden sana nerde
oluşur, kimin ile buluşur?’ Her varolan BİR’dendir,
BİR’likten bulur. Dost görür ise her varolanı elbet şerbet sunulur.”
dedi, HAMZA DOST her adımında gölgeyi sildi. “Dört elma aldım ele, sordum hangisi GÜL’e. Denildi ki, ‘Her zerreden
sorumludur, cümleniz ile BİR olmaya zorunludur, yaratılmışlığın
hikmetidir.’ ‘Derman SEN’den ALLAH’ım.’ dedik, cümlemiz görevinden
alacağın hazzı kutladık. Elbet, O’nun ile oluştan güç bulacaksın.”
dedi, HAMZA DOST sevgi ile selamladı. “VARLIĞIN güzelliği,
yaratılmışlığın özelliğindendir. Çevreyi düşün. Olumsuz
diye nokta koyduğun her olayda, düzen gine senin elin ile yerini buldu.
Genişliğe açılacak, her olayda düzene ahenk vereceksin.” dedi,
cümlenizde yaratılmışlığa açık gönül gördüğünü söyledi.

“Otlar yolu bürüdüyse, yolcu gelmediğindendir. Kul eteği
sürdüyse, hizmet bilmediğindendir. Kul kula el vermediyse, Dost deyip gülmediğindendir.”
dedi, HAMZA DOST selam ile geldi: “Yolunuz aşınandan, sevginiz taşınandan,
hizmetiniz koşunandan… Elbet himmet göreceğiz, eteği bele
saracağız, nasip diyene soracağız, HAK SOFRASI’nı hal dileyene
açacağız. Gölgeleri sildik, gölge vereni bildik, sevgi ile dolduk, O’nun
ile her an olduk; ‘Şükür ALLAH’ım.’ dedik, SELAMINI RESULÜ’nden aldık
getirdik; ‘DOST.’ diye-diye her var olanı sardık, gönlünüzü açtık-açtık.” dedi,
HAMZA DOST yolu yola bağladı, selam ile geldi, selam ile yürüdü.

“Sofraya koydum tası, bekledim gelsin sözü. Az deyip, az verenler, sükutta
selameti görenlerdir. Gerçeğin oluştuğu, sükutta en güzelin
buluştuğu bilinir. Aşımız dileyene, taşımız eleyene,
başımız gözleyene… Gelen giden alsın, meydan cümleye açılsın.” dedi, HAMZA
DOST selam ile söze geldi. “Bir aldım bin verdim, her nefeste yerimi buldum. Kendimden kendime
sorguya daldım; ‘Geçerli olana niye talib olmadım, niye olduğum gibi
kalmadım?’ Senden soracağım; elinde olanın mı, aklında kalanın mı senin,
diye düşündüm. Dört duvara yaslandın, her duvarda taşlandın. Geç
duvarın ötesine, sadece ALLAH’ıma dayan, her verilen satır ile uyan. Yazdan
kıştan, sen sorumlu değilsin. Ne var ki, her birinin davası senden
sorulur, senin ile yorulur. De ki: ‘Yorumlu da sorumlu da değilim. Bekçi
geldim, bekçi kaldım, ALLAH’ıma öylece şükür dedim.’ Meydanı
açacağız, her kulu ile buluşacağız, cümleniz ile
selamlaşacağız.” dedi, HAMZA DOST selamladı yürüdü.
“Gümüş altın benzeyecek, DOST yolunu bezeyecek.”
dedi, HAMZA DOST selam ile geldi: “Hatırladık O günü, sevginize koyduk bu günü.
Kuşakta darlık kalmadı, düzende zorluk bulmadı, inandığı DOST’tan
ayrıya yer vermedi, aldığı görevden asla ürkmedi. Her yolun bağı
birdir birleyeceksin, akan su misali gürleyeceksin. Her günün
doğuşunda kendine yönel, de ki: ‘SEN’i beni ayırmadan aradım, yoldan
GÜL’den taradım. Ben SEN’den, SEN bende, ÖZ’ümü buldum, şükür ALLAH’ım
doldum.’ ” dedi, HAMZA DOST selamını her seher getirdi. “Dayandık ALLAH’ıma,
soyunduk nefsimizden. Yapıda BİR’liğe erdik, kapıda erliğe
durduk. Selam olsun, selamını getirdik RESULÜ’nden. Her yaprak dize gelsin.”
dedi, HAMZA DOST yürüdü.
|