
YUNUS’a, dedi: “Yol yunsa, yunan gönül bilse yanıma gelse;
dünyada kötü kalmaz.”

Adı YUNUS olana
soralım: “Dağıtma, bakma, ‘Ne olur?’ deme, kimsenin işine
karışma. Gündüz yuva gümüştü, geceye yandı aydınlandı. Yanılma,
‘Gel.’ demeyene karışma, sormayana söyleme. Ağıza, YUVA’ya sahip ol.
Ağıza sahip olmak, yalnız küfür sözü ile olmaz. Alemin işine
karışmak, yoluna söz etmek, anında düşündüğünü dışarı
vermek, ağıza sahip olmayanın işidir. Anında söz etmeyin,
düşünün tartın. On dakika düşün, bir kelime söyle, kimseyi kırma. Çok
söyleyen düşünmeyen, kırıcı olur. Adına, yoluna, yanına, yönüne sakın
yanılıp yumak sarılırken düşman katma. Kendin kimseye deme ki, sana da
demesinler.”
YUNUS der ki: “ ALLAH’ı andım, suyu içtim; ALLAH'ı andım,
nefes aldım. Daha ne diyeyim, ne dua öğreteyim? ‘ALLAH.’ diyen yürekten;
O'na varır, yolunu bulur.”
YUNUS der ki: “Yumuşak yol, münasip YUVA’ya gider; münasip kul mümin olur, PİR’ini
bulur. YUVAM’ı bildim, yolumu verdim, YUNUS’u YUVA’ya getirdim. Hoş
gördük. YUNUS'um ben. Yolum YUVA’ya uğrak, niyetimi buraya bırak. Dünya umulsa, gönül
konulsa; geldi-geçti, görüp seçti. ULU’mu yolumu, yumuşak gönlümü, MEVLÂNA
HAZRETLERİ bildi. Dünya ULU’su ahiret yollusu, MEVLÂNA, ALLAH'ın sevgili
yumuşak kulu. ‘HAZRET.’ derim anarım, ona saygı duyarım. İlmi-irfanı
büyük, gönlü-semanı büyük. Sema değil, ALLAH AŞKI büyük. ‘Yumuşak
olsam.’ derdim, manevi yol dilerdim, yoldan haber beklerdim. Haber uçurdular,
günleri kaçırdılar, yolumu seçtirdiler. Sordum ULU’ma, dedi ‘Yoluma.
Danışma gafil kuluna.’ YUNUS oldum yol buldum, yürü git, sürü git. Durma,
dönüp arkana bakma. YUNUS'um, yünüm
günüm dolaşık. Yünümden geçtim, ahireti seçtim. ALLAH'ım SANA uçtum.
Günüm-yünüm çözüldü, meğer bu ne gafillikti. Ne aradın bu dünyadan, ne
umdun bu imtihandan? Yumuşak olsan yeter, olduğun yoldan geçer. Yolu
bulan, gönlü uyan.”
YUNUS der ki: “Anamın sevgisi çocuk yuvası, çocuk sevgisi yolun yarısı. Ömrünün yarısını çocuk
sevmekle geçirmişti, duasını çocuk için etmişti, mertebesini çocuk
için bulmuştu. Gezer, çocuk görse
niyaz eder, miyarını çocukla ölçer. YUVA’ya gülmüş ne güzel
demiş, NUR’uyla gelmiş, muradın olmasına duacı olmuş.” YUNUS der ki: “YUNUS’un dileğini, halk için isteğini vereydi ALLAH; kul için cennet
olurdu dünya.” YUNUS söz diledi, geldi: “ Niyaz ettim kuluna, GARİB kulun
gönlüne. Çiçek gördüm durdum, ağmıya değmiye, YUNUS’u görmiye,
gönlünü vermiye. Geldin, su aldım verdim, MEVLÂNA HAZRETLERİ’nden izin
diledim, sana söz ettim.”
“YUNUS'um geldim.
Gecenin güzelliğini, meclisin parlaklığını gördüm, duamı duanıza
ekledim. ‘YUNUS.’ derler
sorarlar, ‘Sen ULU kişi misin? Yumağını odunla sarmışsın.’
Mübarek TABDUK amadesi oldum, yediğim lokma hakkı için ona hizmet ettim.
Ona ettim lokma için; ya dünyayı YARATAN, yarattığını GÖZETEN TANRI’ma
hizmetim çok mu? Gümüşten geçtim, toprak dedim, yaprak dedim, ULU’mdan yol
sordum yürüdüm, ‘Odun.’ derse taşıdım. Ne var ki, çok mu? Suyundan içtim,
yandığım gün kandım, dünyada yaşarken ahireti gördüm. Olan bu. (...)
Mühim değil bence, kulların dediğince, kitapların yazdığınca. Dünyada olana akıl
takana aşarım. Bilenin, yardımına koşarım. ALLAH'a geldim. Duygumu
sorana deyim. Dünyada yaşamak, dünyadan göçmekten zordur. Ölüm, YUNUS’a
dünyanın bu büyük günü, ALLAH’ıma vardığım anı. Olmayan yolu bilmeyenlere,
o gün daha çok yandım. Dünyaya tekrar gelmek denseydi; yalvarırdım, yolumu
onlara bağışlardım ki görsünler, O'ndan olanı bilsinler.” YUNUS’um
dardan, niyazı boldan, günü kirden uzaktı. Olmuş-gelmiş YUNUS’a
sırtını vermiş; YUNUS dönüp bakmamış, dünya olayına akıl takmamış.
‘Ağaçtan odun.’ dersen değil. “ Niyazım, gününüze. ALLAH'ım cümlenize
nasip versin, göçte günahları AFFETSİN.” AMİN.

YUNUS'um der ki: “CAN’ım YUNUS’tan geçse, CANAN’ı CAN’ımdan
içeri itse; olmaz almaz, dünya kulu bilmez, ömrü yetmez. ‘Nokta.’ desem
değil.”

YUNUS’um der ki: “Suyun akışı kulun bakışı münasip olursa, güzeli bilir.”

YUNUS’um der ki: “ ‘Yavru benden alsa, ben gibi MEYDAN
bulsa.’ demesinler. Benim aldığım, ona verdiğimdir, yumağına
beraber sardığımdır. Ben yumağımı sardım delice, yaprak oldum sarıca.
Ona verdim aşı, deme al başı kaşı. Düşünde görsün beni,
koşunda alsın dileğini.”
Anınca geldi YUNUS’um sordu. “Dereden geçildi, suyundan
içildi.
Oymalı yumak, kınalı parmak yoluna büküldü. Yanılan takıldı, arkadan bakıldı.
‘Gel sen de.’ dedik, gülmekten katıldı. Garip YUNUS’u beğenmediler,
‘Yoluma.’ dedi bağlamadılar. Gelenin koluna, kınalı eline, yolunda sözüne;
sözümü kattım, ALLAH’ımın AŞKI’ndan cümlesine söz ettim. Sözümü yolumuza
bağladım, gelmeyene ağladım. ‘ÖZ’üm için değil, ALLAH’ım, kulun
için söyleşmek, yurdundan halleşmek gerek.’ diyene, ALLAH’ımı, YM
dediğine vardırdım, aradan soysuzluğu kaldırdım. Demektir ki;
soylu-soysuz iki amade kuldan. Zengin-fakir-asil yok aramızda, soydaş
cümle ALLAH’ımın kulları. Yanılmayın, ALLAH’tan geldiğimiz gibiyiz,
dünyada olduğumuz gibi değil. Madde-madde, sabır bir hadde. Dünya
madde ile, ahiret sabır ile bulunur, bulunsa sevinilir. ‘Güzeldir, yavrum
bulsam.’ dersin, neyi ararsın, dünyadan dünyayı mı? Olduğun gün bulursun
ikisini de. Olmak ermektir, ermek geçmektir. Neden? Dünyadan. Kamil kul bilir;
kendinin olmayana gönül bağlamaz, ‘İlle olsa.’ diye ağlamaz,
kısa ömrünü ahla dağlamaz. Aldın dünyayı nereye götürürsün? Nurundan
yolunu nasıl aydınlatırsın? Dünyadan aldığın yükü taşırsın,
taşımaya çalışırsın. Yoluna bakmak aklına gelmez, aydınlatmaya gücün
yetmez. ‘Geç.’ demek zor bilirim. Yumağını HAK YOLU’nda sarana söylerim.
‘Geç.’ demem; ayaktan ölç nefesten seç. Gücünün ötesini geçmesin, verilenden
ötesine düşme. Düşmek kötü misaldir, mümasili kötü masaldır. Yolun güzeli kula
verilir. ‘YUNUS’um.’ desem kim inanır? YUNUS oldum el aldım, niyaz ettim bol
aldım. Neyi? Yolumu. Dünya koca, YUNUS nokta. YUNUS girer, ALLAH’ımın sözü
girmez dar yere. Demeyin ‘Gönül geniş mi?’ Nasıl geniş bilir misiniz,
sırrına erer misiniz? Olmuşu görmez misiniz? Coşar-coşar,
boşalmaz dağlar aşar.” (Resim
verilir) ‘YUNUS EMRE.’
dediler, adına kitap yazdılar, gönül yolunu sevdiler, ‘Ne güzel kul.’ dediler.
ÖZ’ü doğru, sözü doğru, ALLAH’ımın YUNUS kulu.
Gelelim söze.
YUNUS’um yol diler, “MEVLÂNA’ HAZRETLERİ.” der, gönül yolunu bekler. “YUNUS’um geldim,
yavruyu sevdim, hayırlar diledim. Gümüşün madeni gönüle uymaz, altından
başka yolunu vermez, YUNUS niyaz etse kul bunu bilmez, çünkü YUNUS’u
görmez. Nasihat yolun yardımcısı, Mürşit kulun yardımcısı, ALLAH’ım
cümlesinin YARDIMCI’sı. Yolumda giderken kuluna sorarken; ‘YUNUS’um, yuvam yok,
yuvamda atam yok.’ dediğim gün, bana ‘ALLAH’ın da mı yok?’ dedi,
Mürşidim oldu. Çünkü bana yol verdi. Onunla ömrü geçirdim, maniyi
kaldırdım. NAZIM, nimetin verdiğini, olmayanı gördüğünü söyledi.
NAZIM isim. ALLAH’ımın sevgili kullarından, dünyadaki Mürşitlerinden. Bir
söze bir yıl verdim. Dedim size, ‘Yolumu bilmedim, yuvamı görmedim, atama
ermedim.’ dediğimde, bana ‘ALLAH’ın da mı yok?’ dedi, beni bana buldurdu.
Yılımı verdim ona, sözünü ödedim kuluna. Çünkü beni kazandırdı, yoluma karımı
ekledi. Kazanç. Borçlu oldum ALLAH’ımın kuluna. OMAR der ki: “ Yolumu
buldurana, ömrümü harcadım yoluma koydurana.” ALLAH’ım, YOLUN’u niyazlarımla
süslerim. YOLU’na kulu kim koydurur? ALLAH’ım! Yağın rengi yeşili, dağın
rengi yeşiline benzemez. Yeşil çok, yeşilden çeşit çok.
Gönül yolu uyanlar, Mürşit olup duyanlar, kulla niyaz edenler; dünyanın
ağacıdır. Hepsi bir, yalnız yeşili değişir, aynı maksada
erişir. Yolun sonu, tek. (Resim
verilir) Bir dalda iki gül. Birden eğildi
gönül. Dilediniz birini, aldınız NAZIM’ı. Mantarını aldığım, azığımı
verdiğim. NAZIM büyük olanı. Mantar aldığım delikanlı olanı. Diledi
yazayım. ÂSAN HASAN. ‘ÇAKIR.’ deyim, sevgi bağına gireyim, üzümleri
dereyim, şarapçıya vereyim. Şarap olmuş, MEVLÂNA HAZRETLERİ
kıvamına getirmiş, meclisine sunmuş. YUVA’yı anlatırım, YUVA’daki
havayı anlatırım. Masanın yerine,
yudumun serine gelsin; masa dolsun, yudum bereketli olsun. Olmuş kula;
‘Yol mu?’ desem bulmuş, ‘Nur mu?’ desem almış, ‘PİR mi?’ desem
bilmiş, MEVLÂNA HAZRATLERİ postu sermiş. ALLAH’ım RAZI olsun,
yerim açıldı postta. Gümüşten sorulursa, niyetler duyulursa cevap verilir,
andığınız an sevindirilir.”

“OSMAN dumanı
silmiş, OMAR kılıcı çekmiş adaletten söz etmiş,
EBUBEKİR, YUYAN’a yumuşak yavrusunu vermiş. ALİ’nin
aldığı
YUYAN’ın yavrusu imiş. PEYGAMBER-İ ZİŞAN. Olaya
şahadet etmek gerekmez. Manayı bilen geçmez. Seçtik yolu, dedik ‘ALLAH
kulu.’
YUNUS’a ‘Dost.’ diyen, post veren DAPTUK EMRE. Hu çeker, yolunda boyun büker.
Kuldan yudum dileyen, ‘Yuduma erdim.’ diyen; diz çöker, ‘ALLAH’ım.’ der. YUNUS
da diz çöktü. ‘Olmuyor.’ demedi, olmaya yüz tuttu; ‘Gelmiyor.’ demedi, gelene
tas tuttu. Şerbet gelse YUNUS içse, tadını gönüle akıtsa; ‘Ne güzel.’ der,
‘MEVLÂ’m verdi, tadı erdi.’ der. Tasa gelen ağu olsa YUNUS içer, gönüle
akıtır. ‘YUNUS’um olmadın, verileni bilmedin.’ der, gönülden yakınır, yoluna
bakınır, PİR’ini aranır. Olmak dilenir,
YUNUS’un yolu öyle bilinir. Yolum kullara SAMANYOLU ile bağlanır. Gidelim,
‘Sözümüz yetti.’ diyelim. ALLAH’a ısmarladık.” “YUNUS’um, yuvadayım. Merdiven; yolunu
aşmaya, ALLAH’ıma ulaşmaya. Mümin yaymayı, yuvanın yumuşak
yoluna aldın. Mayan olumundan belli, gönlün yüzünden belli. Manaya namert
bakmaz,
çünkü ağız yolu telli.
Adıyan soruyan ben
yolun gelüyen
Anugün olmuş gördüm günü olmaz duruyen
Mümin yunus deniyem ben yuvada kalıyem
Niyazıma uyuyem der el
yüce’ye nıgünahın
YARATAN’ım niyazım
uysun, olmuşu YUNUS görsün.”

“YUNUS’um ben!
Duanıza geldim, ‘Sözüm çok.’ dedim. Dedim, MEVLÂNA HAZRETLERİ’nden
diledim. Söz mü, saygı? Sunduğu yol, aldığı yol. Gönlü dolu kaygı.
Kaygılı, çünkü diler cümle kulu ALLAH’ına saygılı. Meclise geldim, ‘Sözümü
vereyim.’ dedim. Dinleyenlerden de ALLAH’ım RAZI olsun. ‘Mucize alsaydım,
niyazıma cevap gelseydi; dünyaya gelen her kul VELİ olurdu, dünyaya
geldiği günden ALLAH’ına varırdı.’ dedim. Kulun her dileği olsa,
dünya bir o yana bir bu yana dönerdi. Dumanını dağıtan, yuvayı
ağartan kula ne mutlu! Gelelim söze, garip YUNUS’a. Sözümüzü tutalım,
ömürden bir yaprak atalım. ‘DAPTUK.’ derler PİR’ime. Yolumdaki terime,
kullar ‘Büyük sabır.’ der. Sabır kula ne eder? ‘Ne edecek?’ demeyin, ne
ettiğini görün. Gittik yattık kaç yüz yıl, kalktık baktık, sözü verdik.
Yattık mı? Öyle denir, kul avunur. Mezarın manası, kulun misafirhanesi. Öyle
ya, meyhane değil içip sarhoş olasın, yolunda yan gidesin. Mayalı
olanın, hamuru burada yoğurulanın manisi meyhane değil; gönülden
alanın, yolunu bulanın korkusu mezar değil. Meydan bulup geçene, meydanda mert seçene, mert kula
söz edene YUNUS ne desin? Sözüne dönsün. Meclisimiz seçilmiş, kullar gönülden ölçülmüş, ‘Mümin.’ denmiş
sevilmiş. YUVA’ya MEVLÂNA HAZRETLERİ postunu sermiş. Meclisimiz
bahtiyar. Meclisi kuranlardan, bize söz verenlerden ALLAH’ım RAZI olsun. Nazar kıldım ovaya,
ovadaki yuvaya. ‘Yuvayı kurdun, yavruyu serdin, maniyi koydun; ya kuldan nasıl
korudun?’ dedim, merak ettim, bir köşeye çekildim. Tarla kuşunu
derim, yuvasını söylerim. Ekinin kumunu açtı, bir kenara kaçtı; baktı bakındı,
alımını yavrusunu düşündü, eşine danıştı, -ben öyle sezdim-,
durumu görüştü, yuvaya oturuştu, yumurtayı bıraktı. Garip, ekinle
örterim sandı. Olumu onu o kadar erdirir, dünyasını bu kadar gördürür. Muhafaza
eder amma, ekinin sökümü denk gelmezse?”
“YUNUS’um!
‘Yanılmadım.’ dersem, yalan derim. Fani olan yanılır, o yolu dumanlı görür.
Elinden tutan olsa, yolu gösteren olsa; ALLAH’ımın sevgili kulu olur. ‘Olmaz.’ dedim
yapıya, ‘Vermez.’ dedim kapıya, ‘Tutmaz.’ dedim sabiye. ALLAH’ım hepsini
oldurdu, yanıldığımı bildirdi. Yanıldığımı bildiğim gün
ağladım, ALLAH’ımdan af diledim; bir daha ‘Olur, olmaz.’ demedim,
ALLAH’ıma havale ettim, olur diye bekledim. Çalışma her mümin kulun en birinci
ödevi. Çalışırsan alırsın. Yolunu ALLAH’ıma açar, kötü senden kaçar.
Yumağın olgunu, yolun VELİ’si.
Günün oluşuna uyulur. Moda demek, güne uymaktır. Gününde senin
uyduğun senin beğendiğin var mı? Yok. Yok olana uyulmaz, ona
moda denilmez. Her yolun yolcusu bir olmaz. Çamurlu yolda gidene uymak, çamura
bulanmaktır. Sana uymaz, gönlünü gördüm kötüye yol vermez. Ayağını gönlüne
uydur gidene değil. Gönül kiri
olan, neyle yıkansa NUR’u olmaz, ALLAH vermez.”

YUNUS’um söz diler, “Gelsem söylesem.” der. YUNUS’uma söz: “YUNUS’um geldim, MEVLÂNA HAZRETLERİ’ne dedim. ‘Meclis hoş
kurulmuş, gününde sorulmuş.’ Sorulmaktan gelen, yolumu sorana
söyleyim, kimseye değil meclise. Yerim soruldu, niyazda dedim; yolum
soruldu, YUVA’da dedim; doğuşum soruldu, havada dedim; yerini sorana,
dünyada dedim; göçümü sorana, MEVLÂ’ya dedim; yatımı sorana, ne hacet, münasip
yolda dedim. Diledi andı, orada bildi. Bildiği yerde, kulun gönlüne
koyduğu yerde. Sevildiği kadar, gönlünde yer tutar. Yurdumun yerimin
toprağı hep bir, nerde olsa orda bil. Bilmek kulu MEVLÂ’ya
kavuştursa, yerimi TANRI’m bildirirdi.”

MEVLÂNA yol verir,
YUNUS’um gününü anlatır. Masal diye değil, yolunu bildirir. Beni senden
bildiniz, YUNUS’u misafir dediniz, onun için bana bağlandınız, YUNUS’uma
katlandınız. Yol yola uymaz, her yol kulu eğitmez. Kulu yumuşak söz,
yumuşak ÖZ eğitir, yolunu buldurur. Benim dünyada oluşumun,
verişimin; günümden öğretişimin olduğunu bilirsiniz.
YUNUS’umun uyduğunu, eğriyi kaydırdığını da bilirsiniz. Yolunda,
ALLAH’ımın EMRİNDE; olmayana bildirir, yadan merden sunar. (yadan: dikçe.) Çünkü
ALLAH’ını görmeyene şaşar, şaşar kızar, ‘Yola getireyim.’
der. Olsaydı dünyada günde, vururdu cümleye künde. Gayesine yumak sarsa,
yumakta hata varsa; ‘YA ALLAH!’ der, YARATAN’a sığınır, yumağını
sabırla çözer. Her kuldan öyle bekler. Yol dedim, yolcu dedim, yolunu YUVA’ya
bağladım. YUNUS’um da yol verir, bilmeyeni çevirir. Öyle kul var ki,
YUNUS’uma göre olur. Yumuşak desen bilmez, yola girmez. “Geldim, YUNUS’um,
dedim ‘Yolunuzu çok sevdim.’ ‘Niyet eden, YUVA’nın yanılmışa yol vermiş
kuluna, olumunun paklığına yudumdan vereyim.’ dedim. Gayeyi olduran, olanı
verdiren ALLAH’ıma emanet edesin. Ona havale et ki, huzur bulasın. Aldatmak yol
vermez, kula hiç huzur vermez. Merde sertlik olmaz.
Sundum gönülden dumanı dağıttım. Dumansız olalım, merdiven çıkalım. ‘YA
ALLAH!’ dedik, basamak çıktık, adım attık. Kanat diyene ‘İNŞALLAH!’
derim, münasip yolda olana ‘MAŞALLAH!’ derim. Günün yoruşu dünden çok
mudur? Kulun görüşü dünden az mıdır? Değil. Günümde çalışana,
yorulup aşınana açlık mı kalırdı, yumağını sürgünde mi verirdi? Dün
de nasibin kadar yerdin, gün de nasibin kadar yersin. Gayeler
değişmez, güne uymak ALLAH’ı unutturmaz. Kulunu unutur mu ki ALLAH’ım
kulu O’nu unutsun! Günde yedin aşını, açtın başın ile kaşını.
Başına taş mı yedin, aşını taş mı yedin? Kul yanılmasın,
‘ALLAH yakar.’ demesin. Kötüden kaçsın, iyiyi görsün, yaratılanı sevsin, gönül
açsın, haramdan kaçsın. Haramdan maksat; kul hakkı, dünya gözü değil.
Niyetin kötü ise, diyetin katı ise, yuvanda aşın acı ise; ALLAH’ına yönelmeye,
doğru yolu bulmaya bak ki; yumuşak olasın, huzuru bulasın. ALLAH’ımı
görmeye, yola düşmeye değmez. Kolunu aç, damarını seç, yenini aç,
kalbini saç, saçına bak, yerden aldığın yere gömdüğün ekine bak.
Yetmez mi YARATAN’ı görmeye? Gözün var. Gözü olmayan bilmez mi, kalbini
yoklamaz mı; yolu olan görmez mi, gözünü açmaz mı? Açsa görse, ne mutlu. YUNUS’um, yola
düştüm, yolda kayguya düştüm. ‘Gece olsa gün bitse, kurt gelse yoluma
çökse.’ dedim ürktüm, yoldan yolcu diledim. Önüme çıktı bir it, yolumu yol
etti, benimle gitti. Korkumdan utandım; ‘ALLAH’ım.’ dedim, ‘Kulundan, koruyucu
dilemeyen benden sana ne fayda? Yolu bilmeyen it kadar olamadım, yolcu oldum
gönlümü koruyamadım. SANA sığınaydım dert etmezdim.’ Söz değil masal
değil, faniliğim neticesi. Onun için derim, yanılmak değil,
yanıldığını bilmemektir ALLAH’ımı inkar. Yanılmak kul için, ayılmak mümin
kul için.” Olmuşu
anlatmaya geldi YUNUS’um, gönüllerinizi hoş etti YUNUS’um.

YUNUS’um der ki: “
Yuvamı özlemek gelse içimden, yanardım anamın hasretinden. YUNUS oldum büyüdüm,
‘Yuvam.’ dedim aradım. Olaydı bilmem mesut mu olurdum? Öyledir, olmayana kul
meyleder. Kendinde olana sarılmak değil, olmayanda saadetin olduğunu
sanır. Asıl olan, olduğunla yetinmektir. Güzelin duyumu, mümin kulun
duyumuna uysa; güzellikler kula umduğunu buldururdu, öyle yuvada huzur
bulunurdu. Yolcusu olsun yolun,
ağızdan değil kulun, ALLAH’a açıktır elin. Yoldan olsa kula dert,
hayat gelir ona sert.” YUNUS’um diledi söz istedi, ‘Kısa olsun.’ dedim. “Sözümü
edeyim, üç yaprak doldurayım.” dedi.“Geldim, YUNUS’um.
Yumuşak gelsem, olumum sert, kalemim yumuşamaz. ‘Olgun yolun.’
diyene; Olmuşum ben de bilmedim, ALLAH’ımın VERİŞİ’ni çözmedim. Acz kulun öyküsü değil,
ululuk kulun uykusu değil. Rüyası bol olan, rüyada taç giyen; uyanır,
tahttan düşer, kafası şişer, ümidi boşa çıkar. ‘Rüyada
olsun tahta çıkarma, odunu taşıyana büyük umut verme ALLAH’ım.’ dedim,
niyaz ettim. Niyazım dünya içindi. Ahiretimin yerini düşünmedim, çünkü
gönlümü layık bulmadım. Benim görüşüm, kıymet verişim ALLAH’tan
sorulmazmış, ALLAH’ım kuluna ‘Gönlün nedir?’ demezmiş. Yumağını
sarana, HAK YOLU’nda gidene, ‘ALLAH’ım var.’ diyene; mertebesi verilir,
ahiretin kapısı açılırmış. Düşünmeyi, ahirete konmayı; manaya asilik
olmasın diye düşünmedim, boyun eğdim, karar bekledim. Olmuşum
bilmemişim, üç yaprağı geçmişim. Olmuşun adına MEVLÂNA
HAZRETLERİ’ne sözüm bu yaprağa kadar.”

“Olsam, sözünü ben
desem; kuzuyu YUVA’da söylerdim.” der YUNUS’um. ‘Sözü ver deyim, iki satır
yazayım.’ demez, yolumuzu çevirmez. “Dediğimi tutmadım, üç dedim dört
yazdım.” der durur. ‘Olmuş, YUVA sevinmişse, sözümüze ne gerek.’
dedim, sözü YUNUS’a verdim. Sevindi ne sevindi, “Ben de yazayım.” dedi, kuzuyu
ele aldı: “Anasını-kuzusunu,
‘Yuvamız yok.’ dedik dergaha taşıdık, bahçesine kazık çaktık
bağladık. Bağlamak hacet değilmiş, yavrusunu kucağa
aldık sevdik; anasının yanına bıraktık, döndük dergaha daldık. Yumuşak
yolun PİR’i, yüzüne vurmuş NUR’u. Olmuş, bilmiş, ‘Koyunu
çözün.’ demiş. “Dergahın toprağına kazık kakılmaz, ALLAH’ın
verdiği, bu dergahta esir edilmez, canını alacaksan günü beklenmez, analı
kuzuya boyundan toka takılmaz.” Döndük geldik, analı kuzuyu orada gördük.
Anasına baktık, boynunda tokası yok, bahçede halkası yok. Ana-yavru
oynaşır, dillerince halleşir. Söze geldik, ALLAH’ımın HUZURU’nda dize
geldik. PİR’imiz öyle dedi: “ Canlıyı kendine esir etme. Sevdir, gönülle
kalsın, ‘Yuvam.’ desin. ‘Hayvan.’ dersen, deme ‘İş gören.’
İşini de gördür, yeter ki hakkını yedir.” Dediğim PİR’imin
kerameti, olgunluğun selameti. Sözümden kullara ders: yaratılanın
kıymetini bilmeli, hakkını vermeli, çalışanı vazife kadar koşmalı.” YUNUS’um dedi
söyledi, selamladı gitti, sözünü kısa kesti. Yolunun sözünü, YUVA’nın süsünü,
gönlün huzurunu bildirdi. Ne mutlu size.
Giymiş
yeşil fistanı, YUNUS’um yazmış destanı. YUNUS YUNUS olalı, yolu
YUVA’ya geleli, yazımızı yazalı; yumuşak oldu çıktı, yolunu öyle verdi,
sözü yarına bıraktı. Dumanını sorana ‘Bulut mu?’ dedi; destanını sorana
‘Yiğit mi?’ dedi; yatımını sorana, sert diyecekti yuttu, ‘Yolumu bilene
sorun.’ dedi. Yattığı yer mühim değil, durduğu yerdir mühim
olan. Ona üzülür, sorana kızar. “Anmak gerekse, ağaç bul an beni,
‘YUNUS’un kabri.’ de, çağır beni. Gelirim, duana cevap veririm.” der.
YUNUS’um böyle açık gönüllü. Yayan gider, eşeciğine yular vurmaz,
adımına ayak uydurur. Her ağaca ‘Benimdir.’ der, gönlünden bir tutam
bırakır. Elbet anıldığı yer bir tutam toprak değildir. OMAR der ki: “
Her kul toprakta yer alsaydı, gelene yer kalmazdı.”
“YUNUS’um. Yuvanın
havasına, yolumun yarısına geldiğim günün, gününde buluştuğum
mümin kulun dileğine uydum. Yuvadan değil, dergahtan açıldım,
PİR’imin izni ile yola düzüldüm. PİR’im dedi ki: “Kul geldi, gönülden
yundu, diledi, dergahtan yol istedi. Göndermek vazifemiz, rehberlik sana
düştü.” YUNUS elini açtı, ‘ALLAH’ım şükür.’ dedi. ‘YUNUS kulunu layık
gördün, kuluna hizmet ettirdin.’ YOLU’na yola düştük. Yolda güneşten
yanmış, ağacın gölgesine sinmiş, anasını unutmuş, at
yumuşak olmuş. ‘At yumuşak olur mu?’ demeyin. Sertine, oturun
sırtına görürsünüz. ‘Yumuşak huylu, anasını unutmuş.’ dedim. Sırası
gelmiş, koşuma hazırlanmış; sıcağın tesirini sırtında
görmüş, ağacın gölgesine sinmiş. Sahibini gördüm, yükü sırtına
vurmuş, yoluna düşmüş. Sordum: ‘Atın var, yükün sırtında?’ Dedi:
‘Atım varsa, ALLAH’ım da var. Taze ata semer vurmak, yükünü sarmak; canına
kıymaktır. Canını emanet aldım, emanete hıyanet etmem. Dili yok dersen, ALLAH’ımdan şüphe etmem.’ ALLAH’ımın mümin
kulu. YARATAN’ım, YUĞAN’ını nerden buldu? Gönlü yuğulmuş
ALLAH’ımın ELİ ile. YUNUS’un dili ile söylense ne kıymeti var? Olduğu
günü düşündüm, ‘Anlat bana yolunu.’ dedim. Anlatmak ağız yolu,
hissetmek gönül yolu. ‘Dur.’ dedi, olumunu anlattı. ‘Günde geldim tarladan,
tayı aldım obadan; yumak sarmak, gönül yunmak olur ALLAH’tan. Ağaca
bağladım tayı, elime aldım kovayı suyunu vereyim, yemini koyayım derken,
olduğundan büyüdü, çok hizmetimi gördü. Yavruladı, yavrusunu korudu, ona
olduğundan çok iş gördü, yavruyu almayım ona yük sarmayım diye, kul
gibi yüzüme baktı. Gününden evvel göçtü, yavrusu hatıra oldu. Ona ben ana oldum
yükünü sırtıma vurdum.’ ‘ALLAH’ım.’ dedim, yüzümü örttüm, kendimden geçtim.
‘Kuluna sevgim çok, YOLUN’a AŞK’ım çok, YOLUN’a aşığın çok. Ne
YÜCE’sin ALLAH’ım!’ ”
“YUNUS’um geldim,
dağ yolundan aştım; dağdan dönen, şarkı diyen kıza
danıştım. ‘Sepetinde nedir? Dedi: ‘Üzümdür.’ Dedim: ‘Yüzünde ne?’ Dedi:
‘Gözümdür.’ ‘Sudan geçtin yolu seçtin, fistana konan nedir?’ Dedi: ‘Tozumdur.’
‘Suyunu içtin mi?’ Dedi: ‘Huyumdur. İçerim geçerim, tozu meydanda
silkerim, gözüm gördü seçerim. TANRI’m üzümü verdi yedim, sevdim tadını aldım,
yuvama taşıdım. Anamın ağzına, babamın genzine tadı hoş geldi.
Anam üzümü yedi, babam suyunu içti, kendinden geçti sarhoş oldu, ALLAH’ını
andı, güzelliklere yandı. Bizi de uyandırdı, görün güzellikleri dedi.
Sarhoşluk AŞK’tan, üzüm suyundan değil. Sepetim üzüm dolu.
ERENLER’in sözüne, gönüldeki yerine söz etmem, kötü kula söz atmam.
Bağımızdan aldım üzümü, aldım elime yükümü.’ ‘YUNUS yolun uzadı, sepette
aklın kaldı.’ dedim yürüdüm, yudumu vereni düşündüm. Asma-kütük, verdin
katık. Ayakta, YUNUS’un ayağında ne olur? Yamalı pabuç kalır. Niyete
uysaydı yol, yolunu bilseydi kulu; giderdi üzüm bağına. Anında dediniz,
sözünü ettiniz. YUNUS yolda yürüdü,
güzel günde aradı. Güneşten yandı, asma dalını gördü. El uzatmak
yaraşmaz, el dalına erişmez. Yandın yanasın. ‘El yuyana, sepet diyene
yol alsak, dönülmez.’ dedik gaflete daldık. ALLAH’tan dile a sersem, kuldan ne
istesen boştur bilirsin. ALLAH’ına inanırsın, niye kula dayanırsın?
‘Asmaya el uzamazsa, ALLAH’ına da mı açılmaz.’ dedim, giden kızın ağasını
gördüm. ‘Yolcusun yanarsın, üzümden dilersin, kuyudan su çekersin, ateşini
dökersin.’ dedi. Aradığım bulundu, olmuş kuldan alındı. YUNUS suda
yıkandı, gönül yandı, ALLAH’ını andı, sohbete daldı bağın sahibi ile.
‘Güneşte olmam, gün doğuşta gün batışta dururum, asmadan
üzümü alırım. Bugün anıldı, ‘Misafir gelir.’ denildi, ondan kaldım, misafiri
bekledim.’ dedi. Misafir ben. Senin anladığın doğru. Ne var ki
misafir olanı ayıramadın. Sohbetimiz uzadı, benim yolum kaldı, gece YUNUS
misafir edildi. ‘Gelenden?’ dedim, ‘Değil.’ dedi. ‘Yanandır misafirim,
ALLAH’ını anandır. Rüyam boş değil, günüm gelmezsen hoş
değil. Seni gördüm sevindim, ‘ALLAH’ım şükür.’ dedim. ‘Yandırdın,
yoluma döndürdün. Yanmasıydı bakmazdı, bağım önünden geçmezdi.’ ’ Dünyanın
varlığı, kullara verdiği sebeplerle çözülür, hak yolu. Bilenler, el
açıp yalvarır, kula değil ALLAH’ına dayanır.”

“YUNUS’um! Hummalı
günün gecesi, güzel olur hecesi, YUNUS yaban ördek avcısı. Gayemiz av olaydı,
YUNUS kendi avlanırdı. Yolumuz sazdan geçti, sazın altındaki sudan geçti.
‘Geçit versin saz.’ dedim, ‘Yolu versin söz.’ dedim. ‘Sudan uçtu ördekler,
alsam yoldan üvekler.’ Yoldaşım, ‘Gelmez.’ dedi, ‘Eline kalmaz.’ dedi. ‘Ol
yolunda yolun yolcusu, bırak suyunda kalsın yumurtası.’ ‘Suda kalır mı?’
demeyin; su yanında bırakır, günü gelir kakır. Yanındaki bilir, ayak iter;
yumurta gider suda kalır, garip YUNUS görür alır. Nasibini ALLAH’ım gönderir. Yola düştük
yoldaş ile, yanımdaki haldaş ile. Ördek sözü açtı, ‘Yumurtası kaçtı?’ diye sordu; ‘Nasibi kadar.’ dedim. ‘Yavrusu kaçtır?’ dedi;
‘Yaşadığı kadar.’ dedim. Yavrusuna yol verir, yolunu suda
öğretir, günü geldi mi yoluna salıverir. Adam yavrusu yol bilir, yön
bulur. Sanki anaya-babaya dayanmazsa devrilir. Zavallı gafil kullar nasıl da
yanılır? Umut verin yavrularınıza kötü misal değil. ALLAH’ın
VARLIĞI’nı bildirin, kendi büyüklüğünüzü değil.
Büyüklüğünüzü ata olarak öğretin. Aranızda yolcu olmayan var mı?
Yolcunun pasaportu benden değil AZRAİL’den geçer. Onun için, yolun
sonunu değil gününü bil. Ömrün uzunu, geçirdiğiniz hayır günüdür.
Hayır gün; size neşe veren, kötüden uzak olan gündür, gailenin üzerine
çıkılan gündür. Mümin olunca, günler
yaşanır. ALLAH’ım ne güzel vermiş, kulun dünyasını süslemiş.
Görüp bulana, ‘Yarattın şükür.’ diyene ne mutlu. Yuğdumsa sizi, bana ne mutlu. YUNUS’um ben, sözünüze bağlandım,
AŞK’ınızla dağlandım. Sazımı çaldım, sözümü dedim, su gördüm daldım,
yüzmeye değil sönmeye. Sudan içtim, coştum-coştum, suya daldım
daha sarhoş oldum. Sizler için de diledim. İzin aldım, sizlere de
dağıttım. MEVLANA HAZRETLERİ gördü, ‘YUNUS’um telaşın çok.’
dedi. Dağıtayım bol sudan. Olandan çokça versem tez olur, kulun gücü bol
olur. ‘Yanılma YUNUS’um, kula kararınca verilir.’ dedi, sözü benden aldı:
YUNUS’um der ki: “Suyunu içene, yolunu seçene; cümlemiz duacıyız, yoluna yardımcıyız. ALLAH’ım
cümleden RAZI olsun. Yumuşak gönülle diledi, dilediğini bulur.
Düşünsün, ne zaman elini açıp ALLAH’tan diledi ise, dileğinden iyi
olmadı mı? ALLAH’ım sebep yaratır. ALLAH’tan dilense dağ başında
deniz, duası olur mu kabul? Elbet olmaz, ALLAH vermez. Kuvveti
yetmediğinden değil, kul dilemesini bilmediğinden. Yaratılan
sana değil, sen yaratılana koş ki seni arasın. ALLAH’ım duanı alır,
yuvanda olanı görür, sabrettin mükâfatını verir. Yolunu düşünme. Hayıra
hizmet ettin, gönlüne duman koyma. ALLAH’ımın EMRİ’nden çıkılmaz. Gün
gelecek, ağız dumanı üfleyecek. ‘Tez’ dersin. ‘YA RAB.’ diyelim. ‘Dilek
uygun görülür. Kula versen sevinir. Ahlak uygun. Gönlü görgün olsa kula elini
verse, cümleye hayır gelir.’ Yolumuza bağladık, ‘Olsun.’ dedik yalvardık.
O'na uyduk, HUZURU’na vardık. ALLAH’ım diledik. “AYAĞINDAN BAŞINA
NURU VERDİK YUMUŞAK GÖNÜLE.” dendi. YUVA’ya müjdelendi. Sabra hacet
kalmadı. Deseler size
‘Olmaz’, şüpheyi atın, vazifenizi yapın. Olacak bilin, YUVA’yı açın.
Yumaklar sarılır, yumuşak gönlü olan dileğini alır. Yuvada
olmuşa gelmişe sözü yok. Geçmişe gitmişe söz eder. Etmesin,
olanlar unutsun. Yolunu yoluna bağlar. ALLAH’tan diler . Uygun
görse-görmese EMRİ’ne boyun eğer. Niyazını et, münasip yol dile.
ALLAH’ım sebep halk eder, sen bilmeden önüne koyar. Tesadüf deme, ALLAH’ından
bil.”

YUNUS’um gelir, ALLAH’ıma şükür eder, olaya güler.
Kuldan biri sormuş, ‘Neden büyük RUHLAR daha yukarıda olur?’ YUNUS nasıl
anlatsın, dünya kuluna bildirsin? “Anlatsam, anlasın.” dedi sözü aldı, havayı
misal gösterdi: “Odada ateş
yanar, sıcaklık yukarıya çıkar, soğuk hava aşağıda kalır, sıcak
hafif olur yükselir. Yaz dersin söz edersin, korkarım aşağıda
kalırsın. Etek yok burada. Şaka derim, aramızda aşağıda kalan
yok şükür. Her
kul
ağırlığınca yer alır. Anlatmak yol versin diye söylerim. Yudum dileyen,
‘Alayım.’ diyene dedim: ‘Nasibin ne?’ Dedi: ‘Üç erik ağacı,
bir koruk ağacı, üç koyun bir keçi.’ Dedim: ‘Rızk olan?’ Dedi: ‘Üç kız,
bir oğlan.’ Avrat onun yoldaşı karındaşı olduğundan. ‘Yeter
mi, karınları doyar mı?’ Dedi: ‘Şükür ALLAH’ım, koyunlarım sağılır,
yünleri eğirilir, keçim bol süt verir, günlük nasibimiz alınır.’
‘Çocuklar
büyürse?’ dedim; ‘Koyunlarım da büyür, yavruları artar. ALLAH gününe
göre
nasibini verir. Benim dileğim yoldan, olmuştan değil. Geleni
ALLAH’ım bilir, yanlıştan değil. Aşkım ALLAH’ıma, sönmüşten
değil. Diledim yolumu göster, ağacım kalmıştan değil.’
‘ALLAH’ım sana yolunu vermiş, benden ne sorarsın.’ dedim yürüdüm.
Nasibi
yuvasına yetti arttı diye dua edeni gördüm, halimi düşündüm kendimi
suçlu
buldum. YUNUS’un aşı var, karnı dergahta doyar, yalnız ‘ALLAH’ım.’ diye
yanar. Bilmem öyle olsam, üç koyun bir keçiye bir yuva açsam, yedi can
baksam;
o kul gibi düşünür müydüm? ‘ALLAH’ım.’ dedim, AFFI’nı diledim.
ALLAH’ına
sığınan, ‘Benden iyi bilir.’ diyen yanılmaz. ‘YUNUS sizden ayrılmaz,
yolumuz hep bir, sözümüz yetişir.’ der, MEVLÂNA HAZRETLERİ.”
Açtık konuyu,
suyundan dedik, deryaya dalan YUNUS’a sorduk. ‘Deryada ne buldun?’ Dedi: “
Koştum-koştum yandım, deryadan içtim kandım, vardığım yolu
düşündüm. ‘ALLAH’ım.’ dedim; ‘SEN kuluna neler verdin, kulun sana ufacık
gönlünü verdi. Onu ihya ettin BÜYÜKLÜĞÜN’le. Beni yolumun gelişine
hazırladın.’ ” YUNUS’um der ki: “Adımı söyle, üzülmesin nafile. Dünyanın geleceği bir kulun vereceğine
yetmez, olmuşa ham ne dese bükmez, aldığını anında verirsen sözünden
çıkmaz. ALLAH’ım ağaya olduğunu bağışlasın. Adağını
tez gelenden nasip etsin. YUNUS’um söz aldım, ‘Yandım.’ dedim saz aldım, sazı
geçtim suya vardım, suyun akışına ayak uydurdum. ‘Uğrak.’ dedim sudan
çıktım, sığındığım yere geldim. ‘Sığınmak.’ derim, kul
düşünür. Sanki sığınan yalnız benim. Hangisi mülkünü ahirete
getirmiş? Herkes bir yer bulmuş sığınmış. Her fakirim
diyene bakma. Fakirlik, gelen kulun cümlesinde. Ne var ki, kulun kimi
emanetçidir, kullanır gelir. Dünyadan geçen VELİ bunları düşünür:
‘ALLAH’ın EMANETİ’ni, hak yolunda mı kullanırsın, olmuşa sen mi
yaranırsın?’ ALLAH’ımdan aldığım, üç münasip böldüğüm, sağıma
soluma baktığım, borcumu ödediğim gündür huzurum. Borcum ALLAH’ıma
bitmez, kul olsa affetmez. YÜCE’nin AFFI da yüce olur. Ağızdan anılsa,
ömürler gece olur. Sandığın yapısı, anahtar ve kapısı. Meshine sözüm değil.
Mesh; saatini bilen, üstünden sıyıran. Yetmez yolun gidişine. Anlatılanı
alan, yola öyle çıksa; mesh edilmez, aslına uyulur. Verilen duyulur, ayağa
varılır. AŞK’a
düşenin sabrı, AŞK’a olmaz. Varanı aldım, dünyaya döndüm. Sözümü
sakınmam, MEVLÂNA HAZRETLERİ gibi yumuşak bakınmam. Gerekirse koldan,
gerekirse gönülden çekerim; bu yola atarım, gelmeyene yanarım. ÇAKIR’ı
uyandırdım. Gönlüne sert akım verdim. Yumuşak söz yumuşattı, ÇAKIR’ı
uyuttu. Akıma kapıldı, sözüme atıldı. Söyle CAKIR ne dersin? Katibi sana
değil, ALLAH’ıma adandı. Yolumuzu dileyene, eli ile nasip verdi. YUNUS’u cahil
demen. Dediğimi bilirim. Muganni olana sözümü esirgerim. Yollara baksan
ayrı, vardığına baksan aynı. Mazeretine yol vereni, olumu düğümle
sardığını bilsen; kula el vermez misin? Söz çok defter yok. Şükür
defter hazırmış.”

“YUNUS’um geldim,
suyumu verdim. Bana ne hacet, vereni gördüm. ‘Yanmışsa yumak sararken, bir
yudum da benden alsın, duacı olsun.’ dedim. YUNUS’a yumuşak sorun.
Yattığı yerin kıymeti değil, vardığı yerin kıymetini
düşünün. Olmuyor, niyetler uymuyor. Manastıra çıkana
dedim: ‘Ne ararsın?’ Dedi: ‘TANRI’yı.’ Dedim: ‘Yuvan mı?’ Dedi: ‘Dergahına
sözün mü var? Dedim: ‘Açıkta kaçıkta değil.’ Dedim: ‘Yakında uzakta
değil.’ Dedi: ‘ALLAH’ıma yakın gitmek için yüksekte.’ Dedim: ‘Gönlünde
değil mi? Aşağı inince orda mı kalır? Benimle gittiğim yere
gelir, yanımda gönlümde taşırım, binayı başımı sokmak için ararım.’
Dedi ki: ‘Camiler nedir?’ Dedim: ‘İbadethane dağa çıkmaz, ovaya
durmaz. Cümle kula açık. Olsun diye çıkmaya, dünyadan uzak kalmaya ne hacet?
Yolunu buldun mu, ALLAH’ı andın mı; sudan ansan, denizi geçsen, kuşa
baksan göğe çıksan; hepsi gösterir, VARLIĞI’nı bildirir. YUNUS’un
yolu olmuşu bulur.’ Geldim söze, dedim
size. Dünyaya ne geldiniz, ALLAH’ı ne bildiniz? Derde düşüp döndünüz.
Yalvardınız, yandınız, ALLAH’ım AŞKI’na, döndünüz şaşkına.
Sorduğun olsa da, duyanlar sorsa da söze uyma. Yanımızda oturan,
‘Yazayım.’ diyene. Yazmak kolay, uymak zor; dilemek kolay, ermek zor. Yalan
değil hakikat, içinden geçeni sokağa at. Suyun gelişidir asıl
olan. Su nerden olsa akar. Yeter ki yolunu bahçene çevir. Öyle sebep sorma;
ALLAH bilir, layık olana verir. Dünyadan göçmek kolay, bir nefes yeter;
gelmeye-varmaya yüz surat ister. Münasip olsun yolun. YUNUS’u bilsen, dersin
‘Ver elin.’ Yalnız kitaba bakar, yazıyı okursun. Okuyup geçersin. Açsan
bilirsin. Sunduğumu aldın. Gündüz düşündüğün, yumuşak
değil. Olması hiç mümkün değil. Masanın ayağını düşün;
tekle durmaz, dört olur. Olmuşsa, biri çıkmışsa yıkılır. Yıkılan masada
ne iş görülür? ALLAH’ımın verişi kula düşmez, kul kula söz
etmez. YM oldu, kulun kıvılcımı yandı. ‘Münasip.’ dedi, kulu uyardı. Duygusunu
anlattı. ‘ALLAH’ım.’ dedi, sana hatırlattı. Ağız bükme, kulak çekme,
‘Aman.’ deme, zaman bölme. Dünya yuvarlak bir top. Kim düşer kim kalkar
ALLAH’ım bilir, dönük kulunu terbiye eder. Duacı ol. Sana söz dedim,
yanıldığını bildirdim. Sözümü MEVLÂNA HAZRETLERİ’ne bağladım.”

“YUNUS’um, geldim,
YUVA’yı gördüm, yumuşak söz verdim, ‘Sözüm kısa, ÖZ’üm asıl olsun.’ dedim.
Nasihat kulu eğitse, dünyada nasihatten çıkmayı yasak ederlerdi, sözü
üstüne alınanlar nasihate uyarlardı. Hiç bir kul hatayı üstüne almaz, hatayı
almayanın da nasihate ihtiyacı olmaz, kendi düşüncesine göre.”

YUNUS’um der ki: “Sevmişsen ALLAH’ını, yitirmişsen günahını, almışsan aklını
başına; niyetini bildir haldaşına.” YUNUS’um der ki: “Kul suya benzemez, bakınca yüz görülmez.
Yumuşak yüzde kapalı gönül olsa; kul bilmez, ne var ki ALLAH’ımdan
saklanmaz, gün gelir yüze vurur.” YUNUS’um söz diler,
“Suyumu bildirsem.” der. ‘Söyle.’ dedim kısaca, dedi; “Okşaca. Öyle sevdim
sizleri, ALLAH’ımın kulları, MEVLÂ’m yaratmış ayna gibi yüzleri. Suyumu
yolunuza akıttım, MEVLANA HAZRETLERİ’nin nehrine indim, YUVA’ya geldim.
ALLAH’ım RAZI olsun, cümlenize suyunu içirsin. Yudum-yudum içerek, biz köprüyü
geçerek vardık, ‘Merdiven.’ dedik çıktık. Çıkalım, YÜCE’ye varalım, cümleye
duacı olalım ki; huzura varalım. ‘Merdiven.’ dedim
düşündüm. Maniyi kuyuya atan, yol münasip olmayanlar; günde rahat
bilirler, göçte ne yol bulurlar bilmem. Bildiğim, mahzun dururlar. ‘Yol
veren, çağıran olaydı; olmuşu bulaydık.’ derler. Çağırsa gelsin,
ALLAH’ım versin. Kim dilemiş olmamış, ALLAH’ım Mürşit
vermemiş? YUNUS diledi, ona bile verdi. Duyulur sesler, kuldan nefesler.
Andıkça açar, yumak bitende YÜCE’yi seçer. Sözüm kısa kaldı, MEVLANA
HAZRETLERİ geldi.”
YUNUS’um söz diler,
“Gelsem bir söz etsem.” der. “ Geldim geleyim, sözümü vereyim, o günden
değil günden söz edeyim. ‘Döneyim.’ dedim, ‘Dünya yüzünde göreyim.’ dedim,
‘Kulun dizinde yolumu alayım.’ Maya suyu, mayayı yolundan alan ALLAH’ımın kulu
olana söz yok. ‘Yok mu?’ dersin, gün gelir söz edersin. Düşündüm hak
verdim. Günde olsam ben de söylerdim. Müsaade aldım geldim, niyazı umman gibi
gördüm, ‘Cümleye versin ALLAH’ım.’ dedim. ‘Kulun niyazı günümden çok
olmuş, ALLAH’ım gününe göre vermiş.’ dedim. Ne YÜCE’sin ALLAH’ım,
bunca kulun bunca dileği hep SEN’den gelir. Hiçbir kul yumağını
sardıkça mahrum kalmaz. Demeyin ‘Hepsi bir mi?’ Ya hesaba vurdunuz mu? Olayın
sırrını çözdünüz mü? Sebebini düşündünüz mü? Düşünmeye dalsan, derine
gidersin, başını da şaşırırsın. Bak kendi hesabına, yuvanın
gününe, gitme derine. Alimin alemi ayrı mı? Onlar kuldan gayrı mı?”
“YUNUS’um, geldim.
‘Özledim.’ dedi, günler geçti, GARİP sustu, yazı durdu. ‘Üzülme
GARİB’im.’ dedim sana, YUNUS her yazıda olmaz. Her meclise girmez.
‘Münasip gün.’ der, bu gece söz ister. Duydum sesini, ‘ÇAKIR’ dediğini.
Madenin sesine kulak verdim. Masanın kuvvetini denedim. Kaldırır dedim. YUNUS’um geldim. Susmak
değil söylemek, boş laf değil yumuşak olmak, masanın
etrafına gelenleri yuğmak diledim. Gördüm ki coşalar, ALLAH’ına
koşalar. ‘Sözün üstüne denk, kulun yoluna cenk değil.’ dedim, sözümü
seve-seve verdim. Elden-ele gezen, yol münasip diyene sözüm. Elbet münasip;
suyum ALLAH’ımdan, sözüm gönlümden dedim. Suyun olduğu yerde güller büyür,
olmayan yerde toprak kuru kalır. Onun için, ULU’nun ‘Suyumdan vereyim.’
dediğini boş almayın. ‘Bende iman var, senden alacak değilim.’
demeyin. Benzeyiş bu. Toprakta hayat olmasa, suyu verince yeşermez.
Gönül suyu da budur. Özleyiş güzel,
ermeye delil değil sanma. Gönlüm yanarken,
ALLAH’ımı anarken; bilmedim nedir, sormadım kimdir? Var ya, beni yaratmış
ya; gideceğim işte O'dur. Yardan büyük CAN’ım. CAN’ım kim? ALLAH’ım.
O'nun oldurduğu, kemale erdirdiği, CEMALİ’nden verdiği, tadını
tattırdığı yârim kim? Çok mu uzak, çok mu yakın? Gönüllerin ölçüsüne göre.İt ürür
GARİB güler. Müstahak olduğun mertebeni, bu dünyadan aldın. ÇAKIR’ım
ULU’num. Yalnız, kula bulma hatayı, yumuşak yolu aldın mı düşünme
dünyayı. Uyduğun gün görürsün. Karşına geleni, yumuşak
GARİB’i görmez misin? Yumuşaklık çok yöndür. Uymak duymamak, görmek
dememek, sevmek dövmemek, almak yolmamak, kötüye uymamak, kalbinden atmamak,
bilmek silmemek. Daha deyim mi? ‘Kötü.’ dersin silersin. Ya dönerse, iyiyi
bulursa? Çünkü o da senin YARATAN’ının kulu. Duyarsın almazsın. Senin sözünü
eden, belki de ‘Kötü.’ diyen; yanılıp da söylemiş, daha sonra
kahretmiş olur. Böyledir. Yolumuz uygun ayrılma, araya öfke koyma. ÇAKIR’ın gönlünden
şüphe edilmez, her kulda öyle gönül bulunmaz. Yeter ki diline uymasın, gönül
kırmasın. Geçti o günler yumuşadın, bu hale geldin. Yumuşamanın bir
yolu da bu; kul için değil, ALLAH’ın için yap. Kul her zaman memnun olmaz.
Yalnız ALLAH’ına tevekkül ol, havale et. Seven
sevdiğini bekler, sözünü gönüle ekler. Sebepsiz olmaz,
ALLAH’ın EMRİ’nden çıkılmaz. Saray olsa kristal misali, kırmaktan
değil güzelliğinden kıyılmaz. ‘Yeniden yaparım.’ dersen; ALLAH’tan
İZİN gelmez, kırdığının yerine oturmaz, kırık tamir edilmez. Olaya sebep, dünya
sesi; yolun perdesi, kulun öfkesi. Geçin dünya sözünü, örtün gamın üstünü. Ben
dünyayı ölçmedim, ‘Kaç karıştır?’ demedim. Demeyin, ‘Şaşkın
olma, dünyayı karışla ölçme.’ Dünyayı karışlamak, hep gamın içine
girmektir. Dünden günden geç, güzel günü seç. Günümde
yaşımın yirmisinde, ‘Dünya.’ dedim ‘Tadı yok, ahiret desen adı yok.’
Yanımda oturur, derdimi paylaşır, arkadaş olduğum, aşımı
paylaştığım, yaşı bana uygun değil amma gönlü zengin, her
yaşa uygun; ‘Derdin ne?’ dedi. ‘Ne beklediğimi bilmem.’ dedim,
‘Akşamın sabahını, sabahın akşamını beklerim, günü güne eklerim. Ne
uydum ne duydum. Hastayı gördüm ‘Dünya kötüymüş.’ dedim, abalıyı gördüm
‘Sabırsız.’ dedim. Olsa sabırlı, demez sıcağa soğuğa söz, ne
dense bilmez boş. Münasip olduğu gibi verilmiş, kula ne sözü
düşmüş.’ Arkadaşım dedi: ‘Sözün güzel, havaya uyar. Neden
görmezsin, etrafına bakmazsın; sıcağa suyundan almazsın, soğuğa
karından yemezsin? Dedim güzelsin; geceyi gündüzü ayırma, ayırana söz etme. Güzellik ara gör, yaşamayı bil, ayağını yoluna
uydur.’ Uydum sanırım. Yumağımı sardığım o günden sonra, gamdan uzak
durdum. Nasıl derseniz; dertli gördüm ortak oldum, hafiflettim ben de
rahatladım. Hastaya el uzattım. Yol münasip olsun diye, sözümü yolundan ettim.
Hummalı gördüğüme ‘Dur.’ dedim. Hummalı; yok yere telâşa düşen.
Yardımcı olmaya lüzum yok, çünkü telâşı boş. Anlattım uyandırdım,
dünyayı ölçmekten kurtuldum. Böyle işte. ALLAH’ım her şeyi
düzenlemiş, görmeyi-duymayı da nasip etsin, AMİN. Kullarını oldursun,
AMİN. YUNUS geldi gitsin.”

YUNUS’um gelir,
sözümü diler: “Geldim görmeye,
bağımdan şarap vermeye. Vermek güzel, almak güzel. Ne var ki, hazım,
mesele. Her kula göre uymaz. İçen her kul, sarhoşluk bilmez.
Sarhoş olur yanar, ALLAH’ını anar; sarhoş olur yanar, etrafını yakar.
Öylesine ‘Ayyaş.’ denir. Her ‘ALLAH’ım.’ diyen sarhoş değildir.
Bizim bağımız AŞK bağıdır. Bağımızda iman, şarabıdır.
Sarhoş dedim, ALLAH AŞKI’na sarhoş olanı söyledim. Kul vardır,
‘ALLAH.’ der ağızdan, öyle kula ‘Ayyaş.’ denir; kul vardır, ‘ALLAH.’
der gönülden, o kul sarhoştur. Ayyaş olan etrafı, sarhoş olan
gönlünü yakar. Olana etrafında olan kullar inanır. İman bütün, hatası
olmaz sanır, yanılır. Onun için, kimin gönülden, kimin ağızdan ALLAH
dediği bilinmez. Kula, kulu ölçsün diye terazi verilmez. Yanılıp
kapılmayın, kimseye ‘Kötü.’ demeyin.”
“YUNUS’um geldim.
Gönüle koyun diye, yolunuzu alın diye yazarız. Manayı açmak gönüle göredir.
Açık yazmak miyarımın ölçüsüdür. YUNUS’un sözü açık. Sahibini buldum, bahçeye
girdim, yetişmiş ağaç gördüm; bakımlı bahçenin halini
beğendim, bakımsız bahçeye yerindim. Onun sahibi de kul, bunun sahibi de
kul; ne var ki müstait olmuş, toprağa uymuş verimini almış.
Emek boş olmaz. ‘ASIL SAHİBİ?’ demeyin, elbet ALLAH’ım! ALLAH
her kula yuva verir, kul yuvasını süsler. Bahçenin sahibi de aklına göre
bağını yetiştirir. Çalışmak kuldan, verimi ALLAH’ımdan.
Çalışan kulun alımı, elbet ziyade olur.”
“YUNUS’um geldim,
bir yuva gördüm. Yuvanın damında saç yok, akıntısı çok; yuvanın içinde aş
yok, acı çok. Kullar oturmuş. ‘ALLAH’ım.’ demiş, yanmış
yakılmış. ‘Terk ettin bizi, yavrularımızı. YÜCELİĞİN’e
sığar mı?’ ‘Yumağını sardıkça, ALLAH’ını andıkça şikayete yol
yok.’ dedim. Danıştım, dünkü
hallerini sordum. Dendi ki; ‘Aşı da vardı, işi de vardı, yalnız
ALLAH’ına şükrü yok idi. Olanı beğenmez, yuvada hoş durmaz,
yavrusuna hak yedirmez.’ ALLAH’ım onu o hale getirdi ki, bir lokma aş. Ne
var ki yavrusu, günü gelende, gönlü açanda mümin olacak. Onun yüzünden çekilen
sıkıntı. Mideciğine haram aş girmez, az olur amma helaldir, harama el
atamaz. ‘Şükrü yok, helal lokmasından başka kazanamaz.’ dedim,
ALLAH’ımı bildim. ‘Milyonda bir hesabın, ne YÜCE’sin; ne küçüğüm ben.’
dedim. Gideyim. Şükürden geçmeyin, şüpheye düşmeyin.”
“YUNUS’um sözü
aldım, neşemle yuvanıza geldim. Olmuşun sözünü, gelmişin özünü
dedim. Diyecek sözü yitirdim. ‘Gideyim?’ desem ne der? Ağlamak yok. Dedim,
yuvaya neşemle geldim. Şakamı yaptım, gönlünüzü yokladım. Sözümü
dünyaya bağladım. Söz diyelim, çarık giyelim. Dünyadan göçümüzden öncesine
göz atalım. Dağın taşın çimeni, ayağımda yemeni; çıktım yolun
düzüne, vurdum ayak dizine, yürüdüm, yamaçtan aşağı indim. Sürüsünün
başında, ÇOBAN ALİ aşında. Aş ne mi dersiniz? Ekmeğine
zeytin katmış, soğan almış iştah açmış; oturmuş
su başına, aşın yemiş suyun içmiş, ‘Şükür ALLAH’ım.’
demiş. Midesi tok, gönlü pak, sürüden aldığı hak ona yetmiş.
‘Kader.’ dersiniz, öyle söz edersiniz; onun da başından bir olay
geçmiş, kuzunun birinde arıza olmuş. ÇOBAN ALİ ne etse kuzuyu
kurtaramamış, sürüyü bir kuzu eksik ağıla getirmiş, durumu
ağasına bildirmiş. Ağası, ham gönüllü bir kulmuş
inanmamış. ‘Kestin yedin, keyfine baktın.’ demiş, hayli gönül
hırpalanmış. ALİ’cik ne dese, inanmak yoluna girmemiş. Günün
gecesinde ağanın yavrularından biri hastalanmış. Ne yapsalar
faydasız. ÇOBAN ALİ; yolunu bulan, gönülü yolunda eğiten bir
kulmuş, duası ALLAH’ınca makbulmüş. Ağadan söz dilemiş,
yavrunun yanına varmış, duasını etmiş. Yavru ALLAH’ımın
İZNİ’yle açılmış. Ağa çobandan af dilemiş, amma çoban
o kadar yüksek gönüllü ki, artık o ağanın yanında durmak onca caiz
değilmiş. Almış abasını, vermiş çabasını düşmüş
yola. ‘Ağamın, ALLAH’ımın AFFI’na nail olması için duacıyım.’ dedi bana.
Yolumda arkadaş oldu benimle yürüdü, YUNUS sözünü buraya getirdi.”
YUNUS’um gelsin, yolunu sizlere çevirsin: “Geldim, kuş
gibi vardım, duamı verdim. Dünyanın derdine, kulunun sertine ben
şaştım kaldım. Nedir dünya malına bu hırs bu tamah, dünyaya kazık mı
çaktın a ahmak? Dünyanın bir dönüm toprağı gelmez seninle. Ahirette senin
için şahadet etmez, senin günahların için affını dilemez. ALLAH’ımın
olandan niçin denilmez; ‘Malın mülkün SAHİBİ, kainatın
SAHİBİ’dir.’ SAHİBİ değişmez, değişen
kiracısıdır. Kul emanetçidir. Alır özentiyle bakarsa, makbul kul olur. Kulun
hakkı kula geçmez, ALLAH’ım buna izin vermez. Alan, layığını bulur.
Niyazını etse, ‘ALLAH’ım.’ dese; ‘SEN’in MÜLKÜN. Ben de SANA sorumlu olayım,
kuluna yorumlu olmayım. Dünya mülküne beni de günümce sahip et, mümkün olanı
bağışla.’ ‘Yuva.’ dedim,
yuvayı kuşta gördüm. Her kuşun yuvası bir başka güzel. Kimi
çamurun, kimi pamuğun, kimi çöpün. Yapılışına baktım,
şaştım. ‘ALLAH’ım.’ dedim el açtım. ‘Demek her yarattığına bir
yuva gerek.’ Yuvayı ALLAH’ımdan dilemek gerek. Bir yuva bir kula yetse, yuvasız
kulun davası bitse, ne dersin? Hırsın tamahın yeri, dünyada tatlı.
Aldığına bir daha ekler, bir daha olsun diye bekler. YM, niyetler uygun,
YUNUS YUVA’nıza vurgun. Yavrularım, YM yuva dileyin. Dileğinize geleyim,
duacı olayım. Duanız; ‘ALLAHÜMME SALLİALÂ MUHAMMEDÜR RESULULLAH.’ Olmayan
maniyi niyete koymayın. Mümin kula yardıma yol, mümin kulundur, el YUNUS’undur. Münevver olana müşerref olmak
gerek, ilmi üstün olanı tanımak gerek. Mülkün duasını ederiz. Her gün bir
tesbih çekeriz, ‘Olsun.’ diye bekleriz. Geldik gideriz. Yazdım.”
YUNUS’um yolumuzda,
kendisi YUVANIZ’da. “ YUNUS’um geldim, ‘Söz.’ dedim, aldım neşeye
vardım.
Cümleniz hoş olun, dünyada huzur bulun, ahirete hazır gelin. Geldim,
‘Geleyim.’ diye diledim, dileğimi aldım. Sözümün eğrisi yok, boynumun
eğrisi hak. Boynumu bükerim, ‘ALLAH’ım.’ derim; ‘SANA bükülür.’ yere
bakılır. Yolum bükülmez, sözüm dökülmez. Tadı bilmem acı mıdır, tuzlu
mudur? YUNUS söyler, umudu yener. Dünyanın gidişi YUNUS’tan sorulur,
YUNUS
ALLAH’ımın işine karıştırılır. Olayın YUNUS’la ilişiği
çelişiği yok. Dünya hakkı kalsa da, kul bu yönde yansa da; dert
etmesin, dünya malına tamah etmesin. YUNUS yolun yolcusu, HAK YOLU’nda
sözcüsü. YUNUS’um, demem,
MEVLÂNA HAZRETLERİ der, yolundan söyler. Onun sözü de sazı da, meydanı
da
geniş, yolunun yönünün ölçüsü yok. Benim sözüm ölçülü. Geldiğim,
MEVLÂNA HAZRETLERİ’nin davetine uyduğumdur. ALLAH’ım cümlenizden RAZI
olsun. Misafir gelen, misafir olduğu yerde kalır. Ev sahibinin
yuvasında
dolaşmaz. Müsaade olunan, kula meydan verilen yerde.” Yumak yolunca
sarılır. Kul, yumağını ULU’su ile sarar. Yolunu alana ne mutlu.
Yumuşak olasın, yolundan gidesin, sözünde durasın, ALLAH’ına duacı olasın.
Olan-olmayan, ALLAH’ımdan dilenir; dileğin tez alınır. Yandığı gün
kütüğün, aldığın gün katığın tadını bilir. Kütüğün
varlığı bağdadır. Büyük yumağın sargısı uzun sürer. Kütük
yanınca ne olur? Ateşten değil güneşten bozulur. Üzümü vermez,
şarabı olmaz. Şarabı içmeden kul sarhoş olmaz. Kütük yanmadan,
katığını almadan kul ayılmaz.”
‘Sorun.’ diyelim, sözü
YUNUS’uma verelim: “Meclisimiz dünya sözüne kurulmadı. Dönük RUH soruldu.
Dönüksen uyar sana, gönlüne göre gelir, telkin verir. Gönlünce düşünmek
değil, gününce değerlendirmektir makbul olan. Kuvvetini gönlünde ara,
yanına gelende değil. Öteyi düşünmek ALLAH’ımın işi, kulun
sabırla pişer aşı. Düşünmek değil beklemek gerek, ALLAH’ıma
şüphesiz inanmak gerek. Yolunu çizeni düşün, dileğini
vereceği düşün. ‘Kulun dileğince olsa...’ dedim; ‘dünya yanını
yönünü çevirir, bir o yana bir bu yana devirir.’ Niyete uyar, MEVLÂNA duyar.
Olanı dersen, ALLAH’ım verir. Sabır kulu oldurur, yolunu buldurur. ‘Ben,
benden.’ deme. Gün geçer, kul görür, geçeni unutur. Yamalı fistan giyen,
sırmalı bulsa giyer, öteye geçer, geçeni unutur. YUNUS’um, bir yüce yolun
yalnız kulu. Yalnızlık dünya yolu, yoksa yalnızlık yoktur. Yanında kul ararsın,
görürsen ‘Yalnız değilim.’ dersin, nasıl da yanılırsın. Deme ‘Elimden
tutan yok.’ ALLAH’ım yalnız bırakmaz, O'na yönelen kulu sıkmaz. Kuldan bekleme,
‘O olsa yapar.’ deme, güvenme kuluna. Münasip olan, ALLAH’ımdan beklemektir.
Mümin yolun yolcusu, YUNUS kulun hancısı. ‘Kimdir?’ dersen; yumak sardım
yolunda, hancı sordum kulunda. Durmak değil yürümek gerek, yürürken
düğümünü çözmek gerek. Aldığım yolu, verdiğim kulu düşündüm,
‘Şükür ALLAH’ım.’ dedim; aldığım yol haktır, verdiğim kul
paktır. Cümleye söylerim.” Sözden
geldik
YUNUS’umu selamladık, sözü verdik: “YUNUS’um geldim, geldiğim günü
sevdim. Günde olanlar, YUVA’da bulunanlar, ALLAH’ından ‘Medet.’
diyenler, YUNUS’un sözünden niyet açanlar; niyete uymam, yolumdan
dönmem, çünkü YUVA’nın misafiriyim. Yanarken yanmalı, yunarken yunmalı,
ALLAH’ın verdiğine katlanmalı; mümin
kulu isen, yolunda gideni isen. ‘Ben ALLAH’ımın mümin kuluyum, her
dileğim
olmalı, ALLAH’ım beni duymalı.’ diyen kökten yanılır. ALLAH’ım duyar,
kulunu
görür, münasip olanı verir. Mümin kul, dünyada el üstünde midir? Elbet
açarım.
Huzurun manası, hiçbir düğümün olmayışı mıdır? YUNUS’a göre huzur;
ALLAH’ına şüphesiz inanmaktır, olan düğümü hayır diye çözmektir.
Elbet hayırdır. Hayır olmasa, ALLAH’ım o düğümü oraya atmaz, kulu derde
katmaz. Mümin kulun yaptığı; ona hayır diye inanmak, sabırla çözmek.
Huzurun, dilediğin olunca gelecek mi? Huzuru kul yaratır. ‘ULU kul.’
dersin, ULU kulun düğümü yok mudur? ‘YUNUS.’ dense
yeridir, kulun teridir, sevgi gönül yeridir. Geldim, gönüllere girdim, gördüm
ki; MEVLÂNA HAZRETLERİ, gönül bahçelerini gezmiş, dikenleri
ezmiş, suyunu vermiş, gülleri dermiş, YUNUS’a ne söz
düşmüş? Kızmak mizacım değil, sert olsam da. Uymayana, yönünü ALLAH’ıma
çevirmeyene kızarım. MEVLÂNA HAZRETLERİ’nin, layık görüp suyunu
verdiği kullara kızmak, ne haddime. YUNUS erdi bu yolda; yolu yolda buldu,
kulu kolda buldu, odunu kendi serdi, adını dile verdi. Gönüllere taş
koymam, eğri yola baş koymam. Geldim geleyim, verdim bulayım, dilendi
seveyim. Sevmek yaratılmışı, gönlümün tacı. ‘Başımın.’ demedim. Çünkü
başım dünyanın, gönlüm ALLAH’ımın.”

“YUNUS’um, geldim,
yumuşak gönüllerde, ALLAH’ımın YOLU’na edilen duaları duydum, ‘Ne mutlu
.’dedim. Gönül kaygusunu, gönül atmış; ALLAH’ımın
VERDİĞİ’ne, ‘Kader.’ demiş yatmış. Yumuşak
olmayan, yuvasına zehir verir; dünya nimetine gark etse, acı ile karışır.
Yudumunu alan; yumuşak olsun, verdiği lokmayı bala bulasın, tatlı
desin, tatlı yesin, midesine tıkmasın. Müsaade diledim niyazımı edeyim diye.
Kuyusundan su istedim, sahibini buldum. ‘Kovası kırık, ipi çürük.’ dedi, beni
atlattı. Kimin atladığı, ALLAH’ımca malum. Su bulunmaz mı, ALLAH’ım yol
vermez mi? Ben buldum, yundum, niyazımı ettim, kaybım olmadı. Kulun kuyusuna
baktım; kula su vermedi, suyu kaçmadı, kuyu çöktü. Demeyin, ‘Kuyu çöker mi?’
Evet. İsteyene vermek, ne büyük sevap. Mümin kulun yoldaşı çok olur,
yumuşak kulun haldaşı çok olur, olmuş kulun niyazı çok olur. Ne
var ki, olmuş kulun dileği, kendi için değil, kefili olduğu
kulları içindir. Dilekleri, onun için makbuldür.”
“Kul yakın olmazsa,
verilen telkin tesirini kaybeder. Dalganın tesiri, ne kadar uzak olursa
o kadar
tesiri az olur, yaklaştıkça tesiri de kuvvetlenir. Benim elimde
değil, senin gönlündedir. Yürekten dilemekle beraber, dilemeye layık
mertebede olmak gerekir. Yaklaşmak senin elinde. Bebeği düşün,
‘Tay-tay.’ der anne bekler, gayreti bebek yapar. Ben de öyle. Gönülü
açarım,
‘Gel bana gel.’ derim, düşmesin diye hazır dururum. YUNUS oldum
yürüdüm, yeşil çula büründüm. Yeşil renge mest oldum, ALLAH’ıma
AŞK’ımdan hasta oldum, ateş-ateş yandım, suyumu içtim
kandım. ‘Soğuk suya dalsam, mümin kul olsam.’ dedim. Gönül münasip
olunca,
soğuk suya dalınca; ateş söner mi? Masmavi gökyüzü, tertemiz gül
yüzü, PİR’imin el izi, münasip dildedir. Elime alsam tespih, yolundan
gelmez hata. Yol mu yolun yardımcısı, kul mu kulun yardımcısı? Kimse
kimseye
değil, ALLAH’ım cümleye. YUNUS, ÖMMER’in yardımcısı, ÖMMER, PİR’imin
yardımcısı. Hepimiz ALLAH’ımın YOLU’nun hizmetinde. Arının yuvası,
kuluna
bankası. Balını yatırır.” “YUNUS’um, geldim,
YUVA’da anıldım, ben YUVA’ya geldim, günümüz hoş geçti, dualar edildi,
‘ALLAH’ım.’ denildi, YUNUS anıldı, günümden söz edildi. Günüm yolumu
açtı, olay
münasip oldu, yerimin doğrusu bulundu. Doğru söze ne deyim? Bulunmasa
unutulur muydum? Yaratılanın değil, anılanın değeri vardır. Yönümüz
ALLAH’ıma, yolumuz ALLAH’ıma. O günkü değerinde gündeki yerinde,
artış var eksiliş yok. İyilikten maksat; ALLAH’ımı bilmek,
karıncada bile NURU’nu görmek, olduğun gibi rükua varmak, yalandan uzak
durmak. Mintan giydim
yamalı, dumanı aldım, yanımı döndüm, arkamı verdim yürüdüm. ‘Kulun
büyüğü.’ demedim. Kulun küçüğü-büyüğü olmaz, ALLAH’ımın
VARLIĞI’na sahip çıkılmaz, çıkana ‘Büyük.’ denilmez. Onun için, demedim
‘Fistanım yamalı’, utanmadım. ALLAH’ım kuluna vermiş bolunu,
düzeltmiş halini; bana nasip kılmış yamalı fistanı. Onunki de
ALLAH’ımdan, benimki de. Neden utanayım, yoluma duman koyayım, ALLAH’ımın
VARLIĞI’na ortak koşayım? Nasibin kadar ye,
gönlünce duacı ol. Kulun acizini
gördüm, niyet kırgın. Dedim ki, ‘Behey dalgın. Dünyanın budur işi, uymaz
her kulun gidişi, gelişin vardır dönüşü. Çalış dönüşe
ki, dilediğin istasyona bilet alasın.’ Her kul dünyadaki hazırlığınca
yol alır, ne var ki buranın ölçüsü gönüldür.”

YUNUS’um der ki:
“Yumuşak yol, münasip yuvaya gider. Münasip kul, mümin olur, PİR’ini
bulur. Yuvanı buldum, yolunu verdim. YUNUS’u yuvaya getirdim. Dünya şersiz
olsa, düzeni bozulur. Andığının kalışı, ALLAH’ımın işi. Sabır
her işin başı. Olayın yanmakla-kanmakla çözülmesi zordur.
Olmuşum evvel günde, ALLAH’ımı andığım anda. Olmuşu
bilmişim, dünyayı silmişim. Tadına ermişim, sonsuz sevgiye
düşmüşüm. ALLAH’ımın BÜYÜKLÜĞÜ’nü yarattıklarında gördüm.
AŞK’ımın sırrını böylece çözdüm.” “Söz diledim
geldim, ‘YUNUS’um.’ dedim. Mesut günün gecesi, hasret dindiricisi. Dersiniz
‘Ölene hasret kaldık.’ Biz, gelene kavuştuk. Bizim kavuşmamız sonsuz.
Deyin bana hangisi güzel? Basitlik mi, sonsuzluk mu güzel? Tabi amma, fanilik
söz dinlemez, geleni görmez. İman tam olsa, ‘Acaba?’ demez. MEVLÂNA
HAZRETLERİ der ki: “YUNUS’um acı deme, kulun gönlünü burma.” Dedim,
‘Burulmaz, YUNUS’u seven darılmaz. Mümin kul, doğru diyenden şaşmaz.
YUNUS’u bilir, sever söyler, onu böyle kabul eder. Daim olsun gönüller, açılsın
bahçede güller, dalında ötsün bülbüller. Dilemem, cümlenin yumağına
düğüm. Hepinizin yumağına ‘Çözüm olacak.’ deyin. Gündüz-gece isteyin.
Olursa kul, mümin olsun. Mümin olmayan kul, kaderine yansın. Üzüntü etme,
‘Dert.’ denmez. Kulun ateşi sönmez.”
YUNUS’um geldi,
havaya girdi, sözü aldı, “YA ALLAH.” dedi: “Dünyanın hali,
kulunun rahatı senin yoluna bağlandığı bilinse. Yolumun uzunu,
ağacın genişi, yaprağın gölgesi, kısalttı, RUH’umu huzura attı.
Ne yumağın düğümü beni rahatsız etti, ne dünyanın güğümü
rahatımı kaçırdı. Günümde ben de diledim, ‘ALLAH’ım.’ dedim, nasibimi istedim.
Elbet istersen verir, yol münasip olur. Gündüz vardım obaya, durdum daldım
havaya. Her ailenin bir yönü, hatalı olan yanı vardı. Yumağını yolunda
saran, huzurunu dünyada bulan kulunu gördüm. Komşusu gelmiş, sözünü
ters almış, çatık kaşı kaldırmış. ‘ALLAH’ım.’ dedim,
‘Çatışacaklar dövüşecekler.’ Yanılmışım. Karşıya çıktı,
elini tuttu, ‘Komşum hata bende, atâ sende olsun.’ dedi, elini candan
öptü. Şaştım kaldım, şakalaştıklarını gördüm. ‘Ne güzel.’
dedim, hatayı üzerine alanı daha çok sevdim. Aslında atâlığı yapan oydu.
ALLAH’ımın HUZURU’nda da, makbul olan yerini aldı, çünkü olayı tatlıya
bağladı, hatasız olduğu halde. MEVLÂNA’yım geldim,
YUNUS’u sarhoş gördüm. “Güzel oldu havamız, iyi verdik dersimiz.” dedi,
salına-salına gitti.

“YUNUS’um geldim,
sözlere güldüm. Şakanı yoluna koy, ömür boyunca gül, gülüşe vesile
ol. Duygunu gönlüne uydur, sinirini bedeninden kaydır. Dilediğin an olur,
ALLAH’ım duaları alır, cevabını tez verir. Yeter ki layık olasın, gönlünle
mantığını aynı yolda kullanasın. Gönül pak. Mantık dünya gailesi ile
çalışır, ‘Kötü kul.’ der kapışır. Yanılma o zamandır. Bırak cezasını
YARATAN versin, sana da huzurun kalsın. YUNUS suyun başında, eli
ağacın dalında. Baltasına yer arar, yerini OMAR’dan sorar. ‘Yeni mi alsam,
suya mı koysam? Suda pas olur, yerde küf olur.’ OMAR der ki: “Paslanmaya-küflenmeye
bırakma, nafakan senden davacı olur. Ağaca daya, aşını ye,
başını daya, saati gelende işine başla.” Suyu ağacı çok
severim, onun sözünü hep ederim, olay bu.”

YUNUS’um geldi
sözümü diledi. Sözümü, yolumu, yolumda kulunu sunduğunuz yola bağladım.
“YUNUS’um geldim, günlerden sonra söz aldım; meşguliyet değil,
sohbete geldim. Asmanın düzenine, dalındaki üzümüne bakılır. ‘Olsun da yiyeyim,
şarap olsun içeyim.’ dersen, sabır gerek. Yumuşak sözün sert
sözcüsüyüm. Gününü boş dedin, doldurmaya bakmadın; aydınlığı aradın,
yukarıya bakmadın;
‘Uydum.’ dedin, duymadın; ‘Ayna.’ dedin, bakmadın. Baksaydın görürdün,
karanlığı silerdin. Dileğim hep budur, yolumuz uludur, ulu yolun sonu
ALLAH’ımdır. Dünya gailesini dert etme, kendini bu alemin günlük olayına katma.
Gün güne uymaz, dert gelir gitmez. Derde kucak açma. Dertten maksat, beden
yoksunluğu. Hasta olan yeri var mı sayarsın? Altından köşkün olsa,
gümüşten tasın olsa, dertli bir başın olsa mı iyidir? Olmuş
kulun duasıdır cümlesini düşünmek. ‘Neme lazım.’ demekle yanılırsın,
kumunu havaya savurursun. ‘Ne olur?’ dersen; ne olacak, denk gelen kulun gözünü
yakacak. Kum tanesi; birler bin olur yol verir, bazen bir tanesi göze zarar
verir. Yerine göre, kuluna göre; yol dileyene, yol olur. Yumuşak yürürsen
varırsın, ayağını sürtersen gözünü çıkarırsın, yürüyüşe göredir.
Olmuyorsa gece gün, suçu kendinde ara. Gecenin arkası gündür. Odaya kapanırsan,
sıkıca örtünürsen; elbet gün geç olur. Erken kalkıp çalışan, güne çabuk
erişir, geceyle savaşır. Savaşsa savaşmasa gün gelir.
Olmuş, niyazlar yerini bulmuş. MEVLÂNA HAZRETLERİ sözü keselim
demiş, olmuşa yer vermiş, HAZRETİ ALİ gelmiş.”

“YUNUS’um,
YUVA’dayım, BÜYÜK YARATAN’ımın EMRİNDE’yim. Yaprak dolu ağacın
güllerinden olayım, derilen güllerinden biri de ben kalayım. Ağacın
yaprağına, YUYAN’ın eli değmiş; elin değdiği yere,
karıncalar toplaşmış. Ne var ki, karıncayı değil arıyı örnek
alın. Karınca senden alır, yuvasını doldurur, kendi için biriktirir. Arılar
gülden alır, çiçekten alır, mineden alır. Alır da ne olur? Kula toplar. Balını
alırsın, şifa da bulursun. Ne niyet edersen et, ille ALLAH’ıma havale et.
Güzeldir vermek, almayı beklemek arı misali. Gelişimiz nedir, kimden ne
beklenir? Gayemiz, yalnız vermektir. Beklediğimiz ihya olmanızdır. Asmayı
dikersin, olsun diye beklersin; sen onu beslersen, meyvesini yersin. Yalnız
bitki ile kulu ölçmeyin. Elinde imkan olan varlıklar içindir, beklemeden
vermek. Geldim YUVA’ya, hoş gördüm ayrılmam. Yetim gönlü hoş olsun,
olsun da bizi ansın. Andılar yumağımın çilesini, sordular suyumun
akışını. Bilmedim, ‘Su’ dedim bucak-bucak aradım, kucak-kucak odun aldım
topladım. ‘Bu ağaçtır.’ diye koparıp, başı yukarı bakmadım. Yerde ne
aradım bilmem. Aymayı, ULU’mun sayesinde öğrendim de kendime geldim.
‘Gelsem-gelmesem’ demedim, düşünmedim, ALLAH’ıma kavuşmayı gaye
edindim. Şükür ALLAH’ıma, geldim, kavuştum. Suyun içilir, yolun
verilir, daha ne dilersin? YUNUS’um, sözüm biter günlük. Uzun değil. Selam
sizlere, selam bizi ananlara, anmayanlara.”

YUNUS’um der ki: “Canın sıkıntısı, yolun kasıntısıdır.”
YM sohbetinize
geldim, düşündüm, danıştım. YUNUS’um der ki:
“ALLAH’ıma, elbet gönülle varılır. Ne var ki, gönül gönülle beslenir, gönül
ibadetle beslenir. Gönül almak bir sevap, gönül kırmak bin sevabı götürür. ALLAH’ımı her kulu
sever. ‘Yobaz.’ dersin. Sorsan ona, ‘ALLAH’ım.’ der feryat eder, çok kulun
yoluna taş koyar. Niyetin en uygunu, ALLAH’ımın ADINA olanıdır.”

YUNUS’um der ki: “Kulda açılan yara, dünyadaki yanardağa benzer; bedendeki mikrobu atar,
temizler, kapanır. İşleyen yara, bedenden tedavi görür. Asi kullar,
tedavi edilmeyen yaraya benzer.”

“YUNUS’um geldim,
dinle duy. Çağırmayı unutursun, öfkeyi öne alırsın. Öfkeden önce
çağıraydın, eline su verirdim. Akıla getirmedin. Akıl da mantık ta sende.
Çağır da geleyim. ALLAH’ımı nasıl anarsın, bir defa mı? ALLAH’ımı
anacaksın, YARDIMI’nı dileyeceksin, YARDIMCI isteyeceksin. Sabah aşın,
güne tutar mı seni? Sen anarsın, andığın an beni bulursun elbet. Gönül
meydanı dolu. Sevenlerin tahtı gönlünde olur. Senin yerinde otururum, sen
ayakta durursun. Yer yerinde, kul minderinde, ULU sevenlerin gönüllerinde.
Asmanın kütüğünde tanıdın beni. Üzümün suyunda buldun ÖZ’ümü. Yumağın
yarısında, aldın sözümü. Almayı bildiğince yumağı sardığınca,
huzur ile sararsın. Yumuşak söz bulasın, güne kadar beğenmediğin
sözleri çöpe atasın. Andığın an yanındayım. ‘Anmadığın an?’ deme.
Anmadığın an da olurum; ama bilemezsin, göremezsin. Yün örülür, fistan
dikilir, kafes çatılır, kuş beslenir. Yavru emanetin. Gözün gibi bakılır.
Bakış, meziyet değildir, vazifedir, ALLAH’ıma borcundur. Dünyaya niye
geldin, beklediğin nedir? Dedim sana, olgunluğuna, ne yavruların ne
işin mani değil. Olmayı diliyorsun. Dedim sana, günden güne oluyorsun.
Hata işlenmedikçe, hata olduğu bilinmez. Hatayı sen yavruna
söylemezsen, nerden öğrensin? Sözüne demem, öfkene derim. Sabıra yer ver.
Sabır oldurur, seni de onu da. Hiç kimse kendiliğinden olmaz. ALLAH’ımın
izin verdiği gün, an; YARDIMCI’sı tayin edilir, hamuru ele alınır. Kendini
tartacak, uygun yolu bulacak.”
“Selam sizlere.
Muğlak değil, ‘Karanlık değil.’ demektir. Suyumuz, miyarımızdır,
gönlümüz ayarımızdır, Anadolu diyarımızdır. Hoş gördüm, şen buldum.
Mümin kullara selam verdim. Volkan, yumağa
gelmez, ele alınmaz. Meşale aldım ele, geldim size güle-güle. Her olay,
İZNİ ile. Ben geldim. Ne var ki söze izin alamadım. Layık olamadım.
Söz almak; kamışla olur, odun taşımakla değil. AŞK’la aldığımı,
meşkle veremem ki. Meclise geldim, aldım-aldım. Vermek, MEVLÂNA
HAZRETLERİ’ne. Dediği gibi MEVLÂNA HAZRETLERİ’nin; kul dünyada
ne için hazırlanırsa, o yolu bulur, o mevkii alır. Benim verişim kısa,
görüşüm uzun da olsa. Meclise gelirim, ayrı kalmam, ÇAKIR’ı bırakmam.
YUNUS adım, balık değilim. Konuş. Münasip olur. Kul eline alırsa,
derdi kuldan atarsa. Ben bendim, ben buldum; ben CAN’dım, CANAN’ı aradım. Kulun
derdine durmadım. Aradığımı buldum. MEVLÂNA hazretleri, ‘Ben sen.’ dedi,
‘Ben, sen, CAN.’ dedi. ‘Cümlemiz CANAN’a.’ dedi. Burada da aynı yolu buldu.
Dediğim gibi, herkes layığını buldu. Almayı bilene verdi. Aramızdaki
fark, budur. Ben, dilesem de veremem. Ancak yolu açılanda vermeyi gördünüz,
izin kadar aldınız. Sizden değil gelmeyişim.” MEVLÂNA’yım geldim.
Mizacını diyeni duydum. YUNUS’um mütevazi gönüllü, hizmetini saymaz. Sanki kula
eğilmez. Her olmuşun, bir bilmişi vardır. Benim bilmişim,
vermek. YUNUS’umun bilmişi, dedi ya ‘Elimde meşale.’
|