

KAYGUSUZ ABDAL der ki: “ ‘KAYGUSUZ.’ dendiğim, olaylara bigane kaldığım görüldüğündendir.
Aslında olaylarda, O’nu gördüm, hürmetimden secdeye vardım. Beni secdede gören,
sandı toprağı diledim. Bilen, bilir; şükür, kuluna eğilmedim.”

KAYGUSUZ der ki: “Yanmadığımı sandılar, beni tefe koydular. Dünya halimi ben bilmeden
sildiler. Yoluma yardımcı oldular. Kazancım şuradan oldu ki; onlar
dediler, ben aldım. Her kınadıkları halime, ‘EYVALLAH, siz haklısınız.’ dedim.
Kendimi handan ötede buldum. ‘EYVALLAH.’ deseydim, hakkım deyip arasaydım;
dünyada kök salardım. Aramadan bulduğum yolumu, kandil ile aradım.
Kaygunun temeli, toprağa kök salmaktır. Yaprak olmak güzel, çünkü kökten
aldığı halde bağlı değil. ‘Ağaç ULULAR değil midir?’
derseniz; ULULAR’ın, kulları için kök atmış niyetleridir. Sadece yaprak
için yaşar. Kaygusuzlukta buldum huzuru, cennette aradım hazırı. Aramayan
bulurmuş, KABE’de mekan kurarmış, yumuşak yolunda kumunu elermiş.
CANAN için helva karmak, kullarına nasip dağıtmaktır. EYVALLAH.” dedi,
KAYGUSUZ yürüdü.
KAYGUSUZ der ki: “Cümlesi beni
hatalı kıldılar, her kulun hatasını bana yüklediler. Ne
var ki; suçlayan beden ağırlığına, onlar düştüler. Ben; aldığım,
‘EYVALLAH.’ dediğim yük için, bir mertebe yükseldim. Dünyada bilmedim,
bileydim yüklenmezdim. Elbet başkasının günahına değil, sevabına
ortak olmak dilerdim. ALLAH’ımı hep beraber, bulmak isterdim.”

KAYGUSUZ der ki: “ ‘Ne oldum, ne olsam?’ demezsen, ben gibi kayguyu silersin. O verdi, O gönderdi,
O çağıracak, bana ne kaldı düşünecek.”

(Resim verildi: KAYGUSUZ ABDAL) Dumansız
olduğuna,
amansız bulduğuna
şahit
istemedi.
Bilenin bildiğine,
görenin yorduğuna ortak
olmadı. ‘Olduğum gibi,
bildiğim kadar.’ dedi,
sevdi
sevildi,
sevdiğine sevindi. “Yerimi sorarlar,
adımı
ararlar,
gelene yorarlar.
Ne gelenden, ne durandandır;
sevabına
ortak arayandandır.”
"Serden aldım, yağmur dedim, rahmeti çamurda buldum.
Ekesiye biçesiye, her damlası akasıya." dedi, KAYGUSUZ selamladı.

"Elden ayaktan,
yüzden düzden aradığım şekli sordum." dedi, "Aynayı görsen,
aynada kendini sorsan; KAYGUSUZ yanlışta mı, yanılıp kaynaşta mı? 'Değil.' desem, rüyamı bilsem, dağ ile ovayı bir
tutardım, hataya düştüm diye dağı pamuk misali ovaya atardım. Sorguya rüyamda düştüm, günlerce uykudan kaçtım, yapıcı olanı
seçtim." dedi, KAYGUSUZ cümlenizi selamladı.

“Seni beni ararlar,
senden benden
sorarlar. ‘Dön kendine.’ diyelim,
kendi aynasını
gösterelim.”
dedi, KAYGUSUZ söze girdi: “Ham meyveyi
alasın,
söz ile biri bulasın. ‘Değmez.’
diyene, de ki; ’Suyu gür ise, değirmen döner.
Her
dönüşte, suyunu çeker.’
Duyan ile göreni yanına alsan,
bilenin gelmesi gerekir.
Hepsinin birbirine
uyması gerekir.
Gönüller elbet BİR’dir,
BİR
kalacaktır.
Cümle için kainat. BİR’de bulacaktır.
Her
var olan, YAZAN’ın YAZDIĞI’nı görecektir. ‘Dost.’ diyelim,
her kulunu dost bilelim.”
dedi,
KAYGUSUZ yürüdü.

"Doğuya dost
gelişir, doğuda DOST buluşur." dedi, KAYGUSUZ sözü aldı: Her 'Dost!' diyene uy
sen, her post vereni duy sen, demde oluşan DOST'la buluşan olayları
gör sen." dedi, KAYGUSUZ yürüdü.

"Serin yerde gezerim, serin sudan içerim, derin kuyudan
geçerim." dedi, KAYGUSUZ sözü aldı: "At meydana gelir
mi, at bineni bulur mu? Binen, atı bulur meydana gelir. Yorum da öyledir. Önce
sonucu değil, yapının temelini bulalım, öylece duvarını örmeyi
düşünelim. 'Katıksız yenmez.' denilen, sohbet sofrasında her dilenene
sunulan günde geldik, 'Bulduğun güzel.' dedik. Umduğunu alasın,
gökte yıldıza selam veresin, güneşte ısınasın." dedi, KAYGUSUZ
yürüdü.

" 'Dağdan
aşayım.' dedim, dostta sevgiyi buldum. Aşamadığım kayaya
oturdum. Sevindim, sevindim, gördüğüm her var olanla kucaklaştım.
Ocak başı sende mi, ocak taşı bende mi?" dedi, KAYGUSUZ candan
cana sevgisini sundu."Geldik bulduk, EYVALLAH! Bulduk sevdik, EYVALLAH!
Sevdik doyduk, EYVALLAH!" dedi, KAYGUSUZ yürüdü.

"Gölde balık
avladık, külde avı tavladık, yağ ile balı birbirine ekledik, 'Ne
oluşur?' diye bekledik. Olan, gelen değilmiş." dedi,
KAYGUSUZ sözü aldı: "Balık avdan
gelişir, yağı ile oluşur. Arı balı çiçekten alışır, kul
olana ne karışır?" dedi, KAYGUSUZ yürüdü.
"Aldım geldim
'Düz.' diye, dağa baktım 'Toz.' diye, bilmeyene 'Yoz.' diye. Ben dünyayı
bileydim, 'Dünya bende!' diyeydim; ne 'Toz.' ne 'Yoz.' demezdim, kendime
söz atmazdım. Alacak, söz olsun." dedi, KAYGUSUZ söze girdi: "Dünya küçük döndükçe,
ateş bende söndükçe. BİR olayım, BİR'de kalayım, her gelene ben
bakayım. Bakmaktan maksat, nazardır. Bilenden alanın, kendini bulanın, açık
gelen aynadır ömrü. Değişen yerde
gelişen düzen olur. 'Dağılan.' demedim, 'Değişen.' dedim.
'Çeşme açtım suyu yok.' dersen, kaynakta ara! Ara ki bulasın! DOST diye
andığın, BEDİR diye sorduğun; geçmişi geleceği
BİR bilen, BİRLİK'te düzeni gören, el ele alan, dizini birlikte
toprağa vurandır. Ay misali geceye yön verir, bilmeyene gecede yönünü
buldurur. 'Katı.' diye anılır. Cevize benzediği nereden bilinsin? Bilinse,
kırılıp yenilsin." dedi, KAYGUSUZ yürüdü. EYVALLAH. (Neye
EYVALLAH, kime EYVALLAH?) (ŞEYH BEDREDDİN.) YM.

"Destede elim
vardır, güftede dilim vardır, görmeğe gözüm vardır." dedi, KAYGUSUZ
sözü aldı: "Yapıya 'Gireyim.'
de, kapıyı 'Öreyim.' de, cümleyi 'Göreyim.' de. Dilersem alırım, dilersem
kalırım. Demedim 'Dünya vermez.', demedim 'Bilen örmez.'. VEREN GÖREN'dir,
VEREN SEVEN'dir, elbet kaderine gülendir, kahrını bilendir, 'Gül.' diye kaygunu
silendir. Gel elini tutalım, güzel güne bakalım." dedi, KAYGUSUZ yürüdü.

"Attığım her adımda, demir çivi düzledim. Her
ağaca bakınca, birbirine sözledim. Gün, güne ekledim, meyve nedir
bekledim. Yoz geleni ayıkladım. Yerini dileyene, sözünü ekleyene, 'Gedik
açılır.' dedim. Gel dilersen, gör beklersen, bul saklarsan. Sır sendedir bende
değil, ser sendedir bende değil, söz bendedir sende değil." dedi, KAYGUSUZ selamladı. "İki adım öteye bildiğindir, on adım
öteye gördüğündür, yüz adım öteye duyduğundur." dedi, selamladı
yürüdü.

"Yardım gelse
yayadan, rahmet inse kayadan, güzel solmaz boyadan. Aldığı rengi bilir,
ahengi öyle görür. Gez, gör, oku, yaz. Öyle olacak gönüldeki saz." dedi,
KAYGUSUZ yürüdü.
“Atılanı aldım satılanı
buldum. Ne gördüğüme ne bildiğime uydum.” dedi, KAYGUSUZ söze girdi: “Tahta oydum at dedim, ‘Pazara ilet sat…’ dedim. ‘Değnekten at olur mu,
satsan kimse alır mı?’ dediler, el ile elden verdiğim emek ile alay
ettiler, dilenen sözü kolay ettiler. KAYGUSUZ yerden bilmez, sözden kalmaz,
bildiğini silmez. Yol akçesi kul akçesine benzemez! Atı verdim yola
girdim, her yerde dostu sordum. Kimi ‘Elde…’ dediler, kimi Gül’ü gösterdiler.
Sorduğum dostu nerde aradılar? Gönülde nasıl buldular? Elbet sora-sora
bulunur. Bulduğun günde çerağ gibi yanılır.” dedi, KAYGUSUZ yürüdü,
suyu gönlü misali sürüdü.
"Toprak elden
geçerse, kul topraktan seçerse, DOST elini açarsa, elbet toprağı altın
olur, kapıyı öyle bulur." dedi, KAYGUSUZ yaydan fırlayan ok gibi geldi: "Toprak bana
verdiyse, sana gelendir, toprak sana verdiyse, gelene varandır. Elden ele
ulaşır, her kulunu dolaşır. Birde bine varırsın, attığını
görürsün. Toprağı taramazsan, verdiğini aramazsan, ne alır ne
bulursun, güne gelende ne görürsün?" dedi, KAYGUSUZ geldiği gibi
döndü, "Alacağın, vereceğin." dedi, kendinde olanı
söyledi.

"Delik pabuç giyerim, toprağımı sürerim. Gökte bulut
görürsem, şimşeği de severim. Karınca kaçar olur, böceği
uçar olur, yağmura el verenler, toprağa düşer olur. Gel yerimi
arama, sen toprağı tarama, yoldan yelden şikayete düşme!"(Bir kimseye mi hitap var DEDE’ciğim?) dedi, KAYGUSUZ dost halinde
yürüdü.

“Kara ata binersem, karlı
tepeye inersem, yorum sizden gelmezdi, bahçemde gül açmazdı. Dosta dostu
anlatsan, candan alıp CANAN’a iletsen, söze nokta koymazdın, sen nefsinden
soyamazdın. Altı atlı yola gitse, altı
çoban sürü gütse, yol taş ile örtülür, sürü kurt ile ürkütülür.
SAHİBİ gölgeyi siler.” dedi, KAYGUSUZ yürüdü.
KAYGUSUZ geldi söze: "Doğru veremeyen gelmez,
doğru demeyen gülmez, hiç bir kulu yardımsız kalmaz. Dağılan bostan,
dağıtanın elindendir. Toplamazsa, cürmündendir. Kaşığı tasa
koydum, sofraya her dileyeni çağırdım. Kaşığını alan gelsin,
aşını yiyen bilsin. Desin ki: 'TANRI kulundur!' 'Olmaz!' diyene sözüm:
'ALLAH'ım!' diyen, varlığını inkar mı eder? Elbet kul TANRI'nındır, TANRI
da kulundur! Yaratılan her zerre ister bilsin, ister bilmesin sadece O'ndandır,
'OL!' dediğindendir. 'Kül olsam, O'na varsam.' diyene sözüm: Her an
O'nunlasın! O'ndasın! O'ndansın! Kül olsan da, taş kalsan da. Dünyaya
geldiysen, kendini bulacaksın. Ölmeden öleceksin ki, 'An' denildiği yerde
kalacaksın. Eriyen demirde sadece, yük kalmaz. Ateşten alırsan, yük,
kendini bulur. Kemikte oluşan, satır-satır gelişen, yetersiz yapı.
Kesintiden değil, oluşmadandır. (Hayır
mı oluyor o zaman DEDE’ciğim?) Evet! (Kimin için yazıyorsunuz
DEDE’ciğim?) Ekenden biçene verilir, her yara ilaç ile sarılır, yumurtanın akı
sürülür. Geçicidir. EYVALLAH! (DEDE’ciğim, kimin için
yazdığınızı anlayamadık?) (a. bey için mi?) Yanında olanın. Kemikte
oluşanı verdik."Kumda yeri bilinir, KAYGUSUZ selam ile yürür.
"Aştığım yerde kendime düzen aradım, kumdan taneyi
gördüm, saysam sayamam, dursam göremem." dedi, KAYGUSUZ söze girdi: "Lafı lafa bağlayan, günü günden bekleyen yersiz
kayguya düşer, olana günde şaşar. Koruk rengi bulacak, gönül
AŞK ile dolacak. Her arayan görecek, dilediği yerde kalacak. Saymaya
niyet kursan, her yaprağa damla versen, 'Alacağım sende.' desen;
dağılana el verirdin. Çember dileyen olmaz, dileyene 'Hayır!' demez. Dostluk
çemberi elbet. Geldim sevgi bağına, döndüm AŞK'ın ağına.
Öğüt veren aradım, her kapıyı zorladım. 'Kara bulut.' dediler, rahmet
diye gözledim. Sazı aldım elime, ses verdim kalemime, söz geçirdim gönlüme.
Dedim: 'Yalan yaraşmaz.' Dedim 'Haram gelişmez.' Dedim: 'Seven
sürtüşmez.' Dedi: 'Uyduğum gibi.' 'Karabulut ' denilen, nefis ile
yenilendir. Yediğin ile boğulursun, her hale eğilirsin. Dost
zahmete 'Rahmet.' der. Her kulu pişmemiş aş yer. Yerini bulunca,
ocakta olunca; elbet aşını pişirir, bilmediğini aşırır.
Meyhane derman ister, sakiye ferman göster. 'Aldığım yeter' dersen,
gönülden dileyene sor, sevgini, eleyene sor. Geçici olandan kendini ayır.
Kaymayı dileyen, buza yönelir. Yanmayı dileyen güneşe yönelir.
Saydığın her halde kulun niyeti görülür." dedi, KAYGUSUZ yürüdü.
"Üç öğün aşa, üç
güğüm taş vermezsin. Beş öğün namaza, onbir öğüt
almazsın, elbet yoldan kalmazsın." dedi, sözü SARI SALTUK'a verdi:

"Birde ben, birlikte sen olursan, kendini ayrıda bulursan; yakın gel
çözeyim." dedi, KAYGUSUZ söze girdi: "İpte adım atamazsın, çünkü cambaz olamazsın, geyik,
yerini bilemezsin. 'Doyumsuzluk nerden?' dersen, kendini bulamazsın. Geldik
yaya, durduk ağaya. Dedik: 'Ne oraya, ne buraya?' Yapıya el verdik,
kapıya söz ile durduk. 'Konuk geldi.' diyene, 'EYVALLAH!' dedik. Geçit
dileyene açıktır." dedi KAYGUSUZ yürüdü.

"Tavuk tüyü
yolamam, yumurtasını bulamam, civciv olsa veremem. Altın kafes aldılar, gül
bahçesine koydular. 'Bülbül gelse.' dediler, yerden çiçek daldan meyve
aldılar. 'Sayısız.' diyene de ki: Her gün kayıtladır bilinir, sanılmasın
çerçevesi silinir. Geldim gördüm, sevgimi verdim. Deydiğim her yaprak
niyaza geldi, sevenin elinde kendini buldu. Sevende yerini veren vardır,
sevenin dünyada her günü kârdır. Sevdim, sevenlerde birliği buldum,
cümlenize 'Birlikte kalın!' dedim. Duyana eklenen olmaz, bilmezsen kaygu
vermez." dedi, KAYGUSUZ yürüdü.
“Konduk suyun
başına, ayak koyduk taşına, karışmayalım işine, niyaz
edelim dişine” dedi, KAYGUSUZ söze geldi: “Benden değil, O’ndandır,
yangın, söndürendendir. Gel alalım düzünü, pak tutalım yüzünü” dedi, KAYGUSUZ
yürüdü.

“ ‘HAY!’ diye geldik size,
sizde durduk düze. Altın gümüş sayacağız, ağacı oyacağız,
tahtını kuracağız. Güzel böyle mi olur, yoksa geldiği gibi mi
kalır?” dedi, TABDUK, KAYGUSUZ’a söz attı. KAYGUSUZ, TABDUK’un
bildiğine, kendi tuzundan kattı. ‘HAY!’ dediler ay güldü, güneş gölgede
kaldı. “İzin HAK’tan gelirse, HAKK’ı kulu bilirse; elbet bulduğu
olur, sevgi kendinde kalır.” dediler, TABDUK ile KAYGUSUZ yürüdüler.
KAYGUSUZ geldi söze,
dedi “Ne verdi ÖZ’e? Gündüz gece bağlanır, kul gördüğü ile eğlenir.
Gözün sözü değildir, ÖZ’den alırsın, yerde bulduğunu HAK’tan
bilirsin. Sende bende olanı, DOST ile bir bulanı arayana vermezsen, görmekten
kalırsın. (Haksızlık olmaz mı efendim?) Aldığın sende kalsa, sende
düğümü bulsa, yerli yerinde midir? Senden O’na dönecek, O’ndan yenisi
gelecek. Hiç bir zerre devretmeden kendini yenilemez! Sende kalan, mahkum
olandır. Konuk gelene selam olsun, dilenen
her hali kendinde bulsun. ‘KAYGUSUZ verdi’ desin. (Kime dedeciğim?) ‘Hekim’ denene, sayfaya
nokta koyana. ‘Akmayan kan kendini
yenilemez.' denildi. Bilgi de öyledir. Vereceksin ki yenisi gelsin” dedi
KAYGUSUZ HAK’tan asla haksızlık gelmeyeceğini söyledi

"Kuşun kanadı açık,
görgüsü benden seçik. Daldan dala uçuşur, sinek böcek kaçışır." dedi, KAYGUSUZ söz diledi: "Dalda elim olaydı, elde gülüm
kalaydı; benden seni sormazlar, sende beni anmazlardı. Yaprak-yaprak dolduysa,
meyveleri olduysa, güneş alıp erdiyse; benden değil
O'ndandır!" dedi KAYGUSUZ yürüdü.

"Toprak ekilesiye,
ekin biçilesiye, kul, kul ile ölçülesiye değerlendirilir kul gözünde.
Ekilmeyecek toprak taranmaz, ekilmeyen ekin biçilmez. Değersiz olan toprak
mıdır ekilmedi diye? Her kulu BİR'dir,
BİR'liği bilirse, her kulu ER'dir körlüğü silerse. Anda
ERLİK’i bulursun O'nun ile O'nda kalırsın. Yeter ki kulu kul ile ölçme,
kendini uymayan fistan ile biçme! Toprağı çamur gördü isen, içinden
geçme, ne var ki dönüp 'Çamur!' diye tükürme! O da senden, sen de ondan.
Kuluna ettiğin her söz senin ÖZ'ündür, göçtüğün günde elinde
kozundur." dedi, KAYGUSUZ salına-salına yürüdü.

“Bilenden olalım, el ele
yürüyelim.” dedi, KAYGUSUZ söze girdi: “Ayva narı alırsan,
çiçekleri bulursan, yediğin ile kalırsan, duyduğun sendedir, uyduran
HAK’tan; yapımız açıktır girip bakarsan. ‘Yapı nedir?’ denildi. Her kulun
gönlüdür. (Ayva nardan murat nedir?) Saya-saya oluşan,
mevsimlerde buluşan, yaprağı birbirine çalışan.” dedi, KAYGUSUZ
yürüdü.

“Destiler dola-dola,
kazları yola-yola, çağırdın bildirelim kula.” dedi, KAYGUSUZ ABDAL sözü
aldı: “Suya gelsen destin
boş mu kalır, destini kırsan gönlün hoş mu olur? Sular bize bizden
gelir, her güzellik HAK’tan bulur, dolan desti bize de mi kalır?. Sultan suya
göz atsa, desti verip söz etse, gölgesine sığınmam, etrafında dolanmam.
‘Gel beraber alalım, HAKK’ı SULTAN bilelim.’ derim, ekmek aşı su başı
tatlı-tatlı yerim.” dedi, KAYGUSUZ cümlenizin gönlünde kalan kaygulara “Yoksul
kalsınlar.” dedi. Yanılma yok. “Kaygu yoksulu olsunlar.” dedi, selamladı
yürüdü
“Bağışlayan
O’dur beni, esirgeyen O’dur beni, benden alırsa beni, ben silerim kendimi.”
dedi, KAYGUSUZ geldi söyledi, sözünde kendinden kendini bekledi. “Pay SEN’den,
‘HAY’ benden, güzel SEN’den, SEN’inle oldum bu da benden. Kapalı kalamadım,
kabuğu bulamadım, kırsam açsam içini, taş nerde bilemedim.” dedi,
KAYGUSUZ kendinden kendini silmeyi anlattı, yürüdü.
“Dur sözümü vereyim, bir
bohça da ben sereyim” dedi KAYGUSUZ söze geldi: “Her açılan bohçadan,
bir dosta sesleniriz; yerde gökte cümle için süsleniriz” Baka-baka gelene,
yakan ateş verene, “Acele etme, bende beni bulursun; acele edersen, sen
de mecnun olursun” dedi, KAYGUSUZ cümlenizi selamladı.
“Toprağı kazdım,
yerdeki yaprağı ezdim” dedi, KAYGUSUZ söze geldi: “İlk ile son
BİR’dir! Her yol, kârdır! Kaygu vermezse, kayıtsız kalmazsa,
bağladığın at çözülmezse; olumunu sabrın ile çözersin, seyrin ile
çizersin, gah güler gah kızarsın. Meydan her kulunu bir eder, ‘Sendeki eksik,
ondaki fazla!’ demezsen! ‘Gerçeği aradım
bulamadım!’ diyene de ki: ‘Kaygusuz kal! Ne toza ne yoza, el dil uzatma! Sen,
senin ile ol; sen, O’nun ile kal; sen, cümle ile bul! Bendeki, benim
noksanımdır, tamamlayacağım senden gördüğüm ile. Sendeki senin
noksanındır, tamamla, bende gördüğün ile.’ Demek ki her kulu, birbirine
sadece aynadır!” dedi, KAYGUSUZ yürüdü, selamını sizlere iletti.
“Söz diledim YUNUS’tan,
‘Alamazsın!’ demedi; KAYGUSUZ, asla kendini YAR’dan ayrı bilmedi. ‘Kemer dar
geldi’ diyene de ki: ‘Kemeri çekelim, sefere çıkalım; yolu bulduk, bakalım”
dedi, KAYGUSUZ yürüdü.

“Elden aldım, sözde durdum, her
kapıya niyaz ile girdim. ‘Yok.’ dediğin günde, yanında oldum. Karanlık
perdeyi açana, RESULÜ ile yola çıkana. ‘Az yiyelim.’ dediysek, çok yiyeni gördüysek,
düzene ayak verenden oluruz. Her adıma, senin ile geliriz. Çağırsan da
bilene, yüklesen de görene. ‘Yol yokuş, çıkamam!’ demez. Her olayı alacak,
her gönülde bulacak, güne gün ekleyecek, güzel günü elbet bekleyecek. Az yiyene aş, çok diyene baş gereklidir” dedi,
KAYGUSUZ yürüdü.

“Tepside narı gördüm,
kovanda arı gördüm, ekilecek darı gördüm. Hepsini aldım, gönülden buldum, sana
verdim” dedi, KAYGUSUZ elden ele, sözden dile gönlünü cümleye verdi. “Açtığın ocak, sana
senden öteye; açtığın kucak, HAKK’a bizden öteye” HAMZA DOST ile
söyleştik, ‘Ne güzel hal.’ dedik gülüştük. HAMZA DOST dedi ki: “Kuş ‘uçayım.’ der uçar, çünkü kanadı vardır. Tazı ‘Kaçayım.’ der
koşar, çünkü güçlü ayakları vardır. Kul, gizli kalan ÖZ’ünü bulmak için
her halini eğitirse, nefsini öğütürse, öylece ÖZ’ünü bulur. Kul ne
mutlu kuldur ki, hali ile cümleye verir.” Söyleştik, selamlaştık,
sözü HACI BAYRAM ile paylaştık: “Bekleyene ‘Yersiz.’ deme, ekleyene
‘Sersiz.’ deme Bekleyecek, ekleyecek, öylece gerçeğe dönecek. Yanan ocak,
odun ister, yuva büyük, kadın ister. Kulu kul ile besler, bahçeyi çiçek süsler.
Bilmeyi dilemek, kulun gerçeğini tanımasıdır. ‘Gerçek nedir?’ dersen,
‘OL.’ denileni ÖZ’ünde bulmak.” dedi, KAYGUSUZ ile HACI BAYRAM yürüdü. Yazıya yer verdi isek,
kayguyu sildiğimizdendir. KAYGUSUZ’a danıştık, ‘Resim.’ diye
konuştuk. “EYVALLAH.” dedi, çizgiye geldi: (Resim verilir: KAYGUSUZ ve ANASI) Saydık geldik sözünü,
yolu ile izini; verdik geldik KAYGUSUZ ile ANASI’nı. yumuşak huyu ile,
güzeli bilen soyu ile meltem misali salındı. YESEVİ’ye el attı, onun
sözünü tuttu, oğulun adına kattı. Adını sordunuz. Anasının adı
AYİŞE idi; yola düştü, güne şaştı, döne-döne
koştu.
“Yoğun aldın, bilgisi ile
oldun.” dedi, KAYGUSUZ DOST KAPISI’nda GÜNEŞ’i gördü: “ ‘Uzun olan her sözde, katkı
vardır.’ diyene de ki: ‘Gerçek olan sözün, ne uzunu, ne yazanı gerçeği
silemez.’ Aldığım, beni gölgeden uzaklaştırıyor ise; HAK, SÖZÜNÜ
verdiğindendir. Şüphe, kaygu; elden ele ulaştırılan, dilden dile
geliştirilen… Bilgide mantık siliniyor ise, gerçeğe aykırıdır. Benden
sorulan sende de biliniyor ise, gerçektir. Bağladığın çemberi çözen
olmaz, dizini yere koydu isen çizen olmaz. Güzeli güzelde çözelim, olayı
güzelde gözleyelim, verdiğini ise gün-gün özleyelim.” “Yaprak döktüm yuvama,
gelsin girsin havama.’ dediğin gün, yanında olduk.” dedi, KAYGUSUZ
selamını gönülden iletti. Dedi ki: “Aldığını bildi mi, dökülen, yaprak
dedi güldü mü?” Aç açıkta kalmaz, tok ile beraber olmaz; düzeni düzende bilir,
gönlünü cümlede bulur. ALLAH’ım RAZI olsun.

Gelmeyi dileyene de ki:
‘Çağrılandan değil, dökülenden aldım; ekileni değil, büküleni
sardım.’ AŞK bağına girdin, desteğini sordun. AŞK bağı
bilenedir, yolana değil. AŞK bağı, sarhoş olanadır, yıkılana
değil. Gerçek, KAYGUSUZ’a dönüşte değil, bilişten verildi.
Her sayfada O’nu, her satırda kendini buldu. “Uyduğun gibi, gördüğün
yerde, bulduğun kadar.” dedi, KAYGUSUZ selamladı, yürüdü.

“MEVLÂNA, beyaz bulut
gibi yumuşak gelir, yumuşak verir, kulunun her halini hoş görür.
Olanı olduğu gibi, kalanı bulduğu yerde selamlar…” dedi, KAYGUSUZ
söze girdi: “(Diğer görevlilere vereceğiniz bir şey
var mı?) Temeli oluşmadan,
binaya söz edilmez. Uyumda olanlara, KAYGUSUZ soru vermez. İzin ile
geldik, selam ile gördük. Denize göz edeni, yolumuza söz edeni selamladık.”

“BİR’den aldığımız,
GÜL’den bulduğumuz, satır-satır okuduğumuz, cümle ile hayır
dokuduğumuzdur.” dedi, KAYGUSUZ söze geldi: “Az aşı yemeyen, çok kışı
bilmeyenden olmayın. Sarılan her yarada, silinen her karada, ADI’na selam
yazılır.” dedi, KAYGUSUZ gönülden katıldığı sohbetine, YÜCE’nin
RAHMETİ’ni diledi: “Zahmet belini bükmez, elinde olanı dökmez; kulu bilse
bilmese, ALLAH’ım asla silmez.” dedi, KAYGUSUZ yürüdü.
“Gerçek, sende bendedir,
gerçek güzel gündedir, yol alırsan handadır.” dedi, KAYGUSUZ söze girdi: “Yumağına söz etme. Yudum-yudum
aldığına, asla acı katma. Günün verdiğine yersiz diye gönülden
şüphe tutma. Ne sen seni silebilirsin; ne sana söz eden düzende uyumu
bulur. Bilen verir, bilmeyen kalır. ALLAH’ım diyen, kendinden kendine ÖZ olanı
görür.” dedi, KAYGUSUZ yürüdü.
“Her kulun ÖZ’ünde, VAREDEN’in
SÖZÜ’nde bulursun, kendinden kendine öylece varırsın. ‘Kendinden kendine
varmak, zorlu mudur?’ derlerse: bilene EYVALLAH, bilmeyene HAY ALLAH. Her sözün
bağladığı her ÖZ’ün beklediği, ÖZ’üne varmaktır. Yedi kat
giyindiğini, yedi hamlede soyunduğun an, gerçek açıktır. ‘Nasıl
giyindik? Nerde soyunacağız?’ dersen: dünya, doğduğun günden giydirmeğe
başlar, doyduğun gün, soymayı düşler. Doyduğun gündür,
hakikate doğduğun gün. İşte o zaman, giydiğin yedi
katı soymaya başlarsın. Elbet bir günde hepsini atamazsın, al diye kimseye
satamazsın. Dumanı attığın gün, birinci fistan gitti demektir. Her olay,
düzeni kuran konuya hazırlanır. ‘YARATAN’ın düzenine uydum.’ dersen, dumanını
atmış olursun, şüpheden uzakta kalırsın.” dedi, KAYGUSUZ aldığı
selamı cümleniz ile paylaştı.

“Kopmayan her meyve,
ağacın malıdır, her ne kadar koparan kulun eli ise de. Ağaçtan koptu
sepete girdi ise, meyve sepetin sahibinindir.” dedi, KAYGUSUZ sevgi ile
dolaştı. “Yoğun oluşur günümüz, kement atılan olayda güzel
çalışır kolumuz.” dedi, KAYGUSUZ dört duvarın her köşesine niyaz ile
baktı, yürüdü. MERYEM ile söyleşti, selamı paylaştı

“El üstünde
tuttuğumuz, el altında sattığımız, her bilene kattığımız, kalede
ok attığımız; döne-döne anılır, er diyenle görülür.” dedi, KAYGUSUZ söze
geldi: “Saf saf oldu atlılar. Güzel dedi,
DOST bildi, DOST ile YUVA’ya geldi, KAYGUSUZ’a tatlı aşını sordu. Tadını
vereceğiz, YUVA’da kilimi sereceğiz. Her aş diyene, yapıya uyum
gerektir diyeceğiz. ‘Atlılar ile verilen nedir?’ denildi. Daha önce
verdik, at ile cümleye gidilir, cümlesi beklenir, mana madde gönülde
birleşir.” dedi, KAYGUSUZ yürüdü, selamını cümlesine iletti.
“Altın güğüm
alacağım, seni yolda bulacağım, ER yoluna geleceğim.” dedi,
KAYGUSUZ gönülden aldığına, gönülden selam iletti.
“Dağlar selam alır
mı, derya bileni bulur mu, DOST KAPISI’nda kalır mı?” dedi, KAYGUSUZ selam ile
geldi: “Her ağacın gölgesi ayrıdır,
her yaprağın vergisi de ayrıdır. Onun için, olan kulun görgüsü de ayrıdır.
Selvi, uzaktan selamlar. Yumak olsa gelse, gönülde bulduğunu bilse,
KAYGUSUZ’dan sormazdı. Elbet soracak, gönül deryasına dalacak. Aldığına,
gah gülecek gah ağlayacak. Emeğini verdiği her yaprak, niyazına
şahit olacak. Doğmayan her zerre, eğitimsizdir. Dünya, her
zerrenin eğitim merkezidir. Yaprakta sayılıdır okuyana. Toprağa
ekersen, aldığını bilirsen, ‘Yerimi gördüm!’ dersin, kendinde olana
uyarsın. Bilgiden maksat, daha önce verdiğimiz gerçektir. Gerçeğin
ÖZ’ünü bulduğun an, her zerren ile uyduğun andır. ‘Ağaç altında
tefekkür ediniz!’ dedik. Niyazımız, yapraklara tabedilir. Sela vakti niyaz
ediniz dediğimiz o idi. Hepimiz ayakta olur, yaprakları alırız; yani,
niyazlarınızı toplarız. ALLAH’ımın İZNİ ile, dilenen işareti
veririz. Güzellik, yaprakta toprakta değil, sendedir. Toprak,
doğuran; yaprak, doğan; ağaç besleyen ve beslenen. Yani mana ile
maddeyi birleyen. Yapraklardan aldığını düşün! Yapraklara
verdiğini gözle! Seversen GÜL açar, sevmezsen kul kaçar.” dedi, KAYGUSUZ
selamladı yürüdü.

“PİR SULTAN’ın
aşkına, yerden bakma ‘Ne oldu?’ diyen şaşkına.” dedi, KAYGUSUZ
sözü aldı: “Oldum olacağım
diyen, HAK YOLU’nu bulacağına inanan her kulu, önce şaşkındır.
Arayacak yolu, kuru dalın altında arayacak kulu. Yüce dağın ardında öyle
bulacak, kendinden kendine dönecek. ALLAH’ım senden razı olsun.” dedi, yolcuya
gösterdiğin, hancı görevin için niyaza durduğunu KAYGUSUZ söyledi
yürüdü.
“Göze baktım, NUR’dandır; söze
baktım, gürdendir; her adım yumuşak gelir, ne var ki yorumu zordandır.”
dedi, KAYGUSUZ söze geldi: (Zorluk
nedendir?) “Zorluk; yorumdadır, olayda
değil! (Başkalarının
yorumu mu?) EYVALLAH. MEYDAN seni aldı ise, gönlün HAKK’ı buldu ise;
asla zor yoktur, her adımın yardıma açıktır!” dedi, KAYGUSUZ söze SARI ANA ile
geldi: “Her bohça açılır, en
güzeli içinden seçilir, renklerde güzel öyle görülür. İşleyene
yardımcıyız, düşleyene destek. Haşlayan; bizden değildir,
sözdendir! (Biraz açıklar mısınız?) Her destek, dilendiği gibi
HAKK’ın EMRİ’nce verilir. Doğuşta düzen vardır, destekte düzenin
bir parçası. Öyle ise, ‘Oldu!? Olmadı!?’ diye destek asla yerilmez! Yerildi
ise; gönülden değil, sadece sözdendir.” dedi, her yolun başında durdu
bekledi. “Elinde sarı mendil olsun, cebinde dursun!” dedi, SARI ANA selamladı
yürüdü

“Sevdim övdüm, gerçek
diye gördüm, olumsuzu yere serdim.” dedi, KAYGUSUZ söze geldi: “Dört bir yanın örülü,
bilen bilmeyen sarılı; ‘Neden? Niye?’ demeden bekleşir, ‘DOST olsa…’ diye
söyleşir. DOST, sendedir senin ile; DOST bendedir O’nun ile! Düne güne
bakalım, yarına gönlümüzü açalım; öylece bilinen yoldan geçelim. ‘Hatalarımız…’
dedik, her günümüze yandık, doğruyu öylece bulduk.” dedi, KAYGUSUZ
cümlenizi selamladı, yürüdü.
|